Mezun olduğumdan beri ilk kez okulu gerçekten özledim. Baktığım her köşesine ait bir anım var. Tatile girmiş,sessiz,boş ama benim gözümde o öyle kalabalıkki şuan. Tekrar lisans günlerime dönmek istermiydim; evet,busefer evet. O sabahlamaya, uykusuzluğa, bunalıma, strese razıydım. Enazından gerçek dünyadan uzaktım, daha renkli bir hayalin içindeydim. Evet renkliydi hayatım, kurduğum hayallerim, umutlarım. Ben sanatçı bir meslek seçmiştim, mezun olunca sanatın içinde olacaktım. Ama büyük hayalkırıklığı. Sanat mı? Kendi fikirlerini zorla dayattıran, sana düşünme yetkisi vermeyen , ruhsuz, tekrar, birçok kez beton yığınından farksız tasarımlarla gözlerimizi kapatan bir hayatın içinde buldum kendimi. Bırak sanat yapmayı, sanatı izleyecek vakit bile bırakılmıyorki!!! Mimarlığın hayat felsefesi, yaşam şekli olduğunu savunanlara, 'kölelikmi, robot olmakmı sizin hayat felsefeniz' demek istiyorum..
Neyse mesleğime sövmek için başlamadım yazmaya.
Duygulandım, agaçları daha da kapamış bankların üstünü, özlemişim altında oturmayı. Ama busefer tek başımayım,artık... Çok başıma olduğum, olabildiğim,olmayı sevdiğim zamanlarımdı o günler. Şimdiyse çoğunlukla tek başımayım, gittikçe daha da fazla. Uzaklaşıyorum,kopuyorum insanlardan, ama sebebi benim,ve bu sebebe de kızıyorum,yani kendime. Bana en çok okulu özleten sebep de bu zaten, ben kendimi özlüyorum, yaşamayı seven, herşeyi yapmaya cesareti ve isteği olan beni. Bir anda yaşlandım, 1.5 sene geçti o halimden ama ben 10 sene yaşlandım...
Zamanı geri almanın yolu yok mu? Artık istiyorum, eskiye dönüp bu süreci daha da uzatabilmeyi...
Neyse, okulda olmak çok güzeldi,biraz daha tadını çıkaracağım.
24 Haziran 2011 Cuma
22 Haziran 2011 Çarşamba
Bazen duygularimi kendime ve dış dünyaya kapatabilmek istiyorum. Bir düğme olsa ve ben onu 'off' konumuna getirdiğimde hiçbir şey hisetmesem.
Evet, bukadar duygusal olmaktan hoslanmıyorum. Bir ara aşmıştım bunu, iyi duygulara açık ama kötülere kapalı olmayı başarmıştım. Ama şimdi yine başa döndüm.
En çokta hayatımdan çıkan şeylere duygulanıyorum. Birlikte iş yaptığım insanların bile gitmesine bukadar duygulanırken ben nasıl baş ederim ki bu hayatla? Herzaman gidecekler olacak, ki bundan çok daha yer etmiş insanlar çıkacak hayatımdan, belki isteyerek belki istemeyerek. Ve ben hiçbir şeye hazır değilim. Bir yandan çekip gidebilecek kadar cesaretliyken, biryandan da bırakıp gidenlerden korkuyorum...
Evet, bukadar duygusal olmaktan hoslanmıyorum. Bir ara aşmıştım bunu, iyi duygulara açık ama kötülere kapalı olmayı başarmıştım. Ama şimdi yine başa döndüm.
En çokta hayatımdan çıkan şeylere duygulanıyorum. Birlikte iş yaptığım insanların bile gitmesine bukadar duygulanırken ben nasıl baş ederim ki bu hayatla? Herzaman gidecekler olacak, ki bundan çok daha yer etmiş insanlar çıkacak hayatımdan, belki isteyerek belki istemeyerek. Ve ben hiçbir şeye hazır değilim. Bir yandan çekip gidebilecek kadar cesaretliyken, biryandan da bırakıp gidenlerden korkuyorum...
21 Haziran 2011 Salı
Gıcık mıyım gıcık oluyorum?
losstime'ın mimine cevap olsun,okurken evet evet diye tik attım maddelerine, bende sıraladım kendi içimde, mimlenince bunları sesli ifade etmek iyi olacak galiba =)
-Sanki dört kulak dinlemek zorundaymışım gibi mırıl mırıl konuşup, duymadığımda tepki gösterenlere
-Herşeyden şikayet edenlere (bende biraz şikayetçiyim ama ciddi konularda, kastım yemekten,müzikten vb. hiçbir şeyden memnun olmayanlar)
-Yanıma oturanın, önümde yürüyenin, otobüs durağında bekleyenin, minibüs şoförünün yanındakileri düşünmeden sigarasını tüttürmesine,
-Ve yine yanımda kulaklıkla bangır bangır müzik dinleyene,
-Otobüste, yazın çöl sıcağında bile bütün camları kapattıranlara,
-Yapmacık canım-cicimli konuşmalara,
-Kadına insan yerine 'eşya'(biraz kibarlaştırdım) muamelesi gösteren erkeklere (bknz. Öyle Bir Geçer Zamanki-Ali Kaptan)
-Amaçsız insanlara (bana noluyosa ama gıcık oluyorum işte,belkide hergün çok yakınımda bir tanesiyle burun burunayım diye batıyordur =)
-Bütün gün gezip tozup,otobüste yer verilmeyince 'gençlerde hiç saygı yok' diye söylenen yaşlı teyzelere,
-Köle gibi, çok emek az parayla çalıştıran patronlara,
-Havadan sahip olanlara (bunda biraz kıskançlık payı da var tabi)
-Öğrenmeye ve eleştiriye hiç gelemeyen insanlara,
-Aldığı şeyi yerine koymayan, döktüğünü toplamayan,pislettiğini temizlemeyen insanlara,
-Konuşurken karşımdakinin tepki vermemesine,ya da tam sözümün ortasında alakasız birşeyden bahsetmesine,kısacası lafımın kesilmesine,(ama gıcık olduğumu kimse bilmez)
-Düzensizliğe,
-Yağmur+rüzgar karışımına,
-Otobüste tanımadığım birinin bana hayat hikayesi anlatmasına,
-Arabada, sıcağın altında ter içinde kalmış halde yürürken, yorgunluktan ölüyorken zorla muhabbet etmek isteyenlere (o anlarda konuşmaktan nefret ederim,asabi olurum biraz),
-Kullandığım bütün bilgisayarların kısa süre sonra aşırı yavaşlamasına,
-Autocad'in çizimin ortasında 'fatal error' verip kapanmasına,
-Trafiğe,
-Otobüslerin vaktinde gelmemesine,
-Sürekli işinden şikayet eden halime =)
-Laf atan, hiç kız görmemiş gibi bakan erkeklere,
-Beklemeye,bekletince de kendime,
çok gıcık oluyorum =)
Epey gıcık olduğum şey varmış. Her gün içimden en az 2-3 kez ''....ya gıcık oluyorum'' diye bir cümle geçer ama daha önce liste yapmamıştım bununla ilgili. Her gün karşılaştıklarımdı bu saydıklarım, ve daha bu gıcık olduğum şeylerin yarısı bile değil, sorunlu muyum acaba? Veya gıcık mıyım acaba =)
-Sanki dört kulak dinlemek zorundaymışım gibi mırıl mırıl konuşup, duymadığımda tepki gösterenlere
-Herşeyden şikayet edenlere (bende biraz şikayetçiyim ama ciddi konularda, kastım yemekten,müzikten vb. hiçbir şeyden memnun olmayanlar)
-Yanıma oturanın, önümde yürüyenin, otobüs durağında bekleyenin, minibüs şoförünün yanındakileri düşünmeden sigarasını tüttürmesine,
-Ve yine yanımda kulaklıkla bangır bangır müzik dinleyene,
-Otobüste, yazın çöl sıcağında bile bütün camları kapattıranlara,
-Yapmacık canım-cicimli konuşmalara,
-Kadına insan yerine 'eşya'(biraz kibarlaştırdım) muamelesi gösteren erkeklere (bknz. Öyle Bir Geçer Zamanki-Ali Kaptan)
-Amaçsız insanlara (bana noluyosa ama gıcık oluyorum işte,belkide hergün çok yakınımda bir tanesiyle burun burunayım diye batıyordur =)
-Bütün gün gezip tozup,otobüste yer verilmeyince 'gençlerde hiç saygı yok' diye söylenen yaşlı teyzelere,
-Köle gibi, çok emek az parayla çalıştıran patronlara,
-Havadan sahip olanlara (bunda biraz kıskançlık payı da var tabi)
-Öğrenmeye ve eleştiriye hiç gelemeyen insanlara,
-Aldığı şeyi yerine koymayan, döktüğünü toplamayan,pislettiğini temizlemeyen insanlara,
-Konuşurken karşımdakinin tepki vermemesine,ya da tam sözümün ortasında alakasız birşeyden bahsetmesine,kısacası lafımın kesilmesine,(ama gıcık olduğumu kimse bilmez)
-Düzensizliğe,
-Yağmur+rüzgar karışımına,
-Otobüste tanımadığım birinin bana hayat hikayesi anlatmasına,
-Arabada, sıcağın altında ter içinde kalmış halde yürürken, yorgunluktan ölüyorken zorla muhabbet etmek isteyenlere (o anlarda konuşmaktan nefret ederim,asabi olurum biraz),
-Kullandığım bütün bilgisayarların kısa süre sonra aşırı yavaşlamasına,
-Autocad'in çizimin ortasında 'fatal error' verip kapanmasına,
-Trafiğe,
-Otobüslerin vaktinde gelmemesine,
-Sürekli işinden şikayet eden halime =)
-Laf atan, hiç kız görmemiş gibi bakan erkeklere,
-Beklemeye,bekletince de kendime,
çok gıcık oluyorum =)
Epey gıcık olduğum şey varmış. Her gün içimden en az 2-3 kez ''....ya gıcık oluyorum'' diye bir cümle geçer ama daha önce liste yapmamıştım bununla ilgili. Her gün karşılaştıklarımdı bu saydıklarım, ve daha bu gıcık olduğum şeylerin yarısı bile değil, sorunlu muyum acaba? Veya gıcık mıyım acaba =)
14 Haziran 2011 Salı
Gözlerimi kapattım,
ve bir an orada oldum, o insanların yanında.
Mutlu idim, sorgulamıyor idim, berisi vardı ötesi yoktu.
Gençlik...
Umutlarım yüksekti, hayallerim genişti, cesaretim yeterinceydi...
Büyüktü yaşadıklarımız,
Herkesten önemliydi birbirimize anlatacaklarımız.
Sabahları erkenden yola çıkmanın işkence olmadığı zamanlardı o zamanlar.
Bazen iki kişiydik, bazen bir düzine
o toprak yollardan yaklaşırken yavaş adımlarla
ama hızlı geçen zamanla.
Bir an gözlerim o günleri gördü, o anları yaşadı.
Ve açıldığında o toprak yolun sonuna gelmiş,
karşısında o çizgi topluluğuyla karşı karşıyaydı :(
ve bir an orada oldum, o insanların yanında.
Mutlu idim, sorgulamıyor idim, berisi vardı ötesi yoktu.
Gençlik...
Umutlarım yüksekti, hayallerim genişti, cesaretim yeterinceydi...
Büyüktü yaşadıklarımız,
Herkesten önemliydi birbirimize anlatacaklarımız.
Sabahları erkenden yola çıkmanın işkence olmadığı zamanlardı o zamanlar.
Bazen iki kişiydik, bazen bir düzine
o toprak yollardan yaklaşırken yavaş adımlarla
ama hızlı geçen zamanla.
Bir an gözlerim o günleri gördü, o anları yaşadı.
Ve açıldığında o toprak yolun sonuna gelmiş,
karşısında o çizgi topluluğuyla karşı karşıyaydı :(
13 Haziran 2011 Pazartesi
10 Haziran 2011 Cuma
Sahip olmak için yaşıyoruz hep, yaşam da çalışmaktan ibaret olduğuna göre; sahip olmak için çalışıyoruz. Ev- araba sahibi olmak için, eşyaya sahip olmak için, mevki sahibi olmak için, saygı sahibi olmak için, şöhret sahibi olmak için, hayalini kurduğumuz hayata sahip olmak için ve o hayata sahip olunca daha fazlasına sahip olmak için. Ama sahip olma derdiyle çabalarken, zamana sahip olma fırsatımızı kaybediyoruz. Zaman gözümüzün önünde geçip giderken, biz o zamanı hisetmeden sahip olacaklarımıza bakıyoruz. Ama neye yarar ki, yaşayamadıktan sonra?
7 Haziran 2011 Salı
Küçük sırlardaki ( evet o gereksiz diziyi bende izliyorum,beni strese sokmayan,germeyen tek dizi olduğu icin) Arzu gibi hisediyorum kendimi bazen,
bazen coğunlukla, bazen bazen.
O sevgilisine kıskançlığından kafayı sıyırırken, ben hayata kıskançlığımdan sıyıracağım.
Öyle hisediyorum bazen,
bazen cogunlukla, bazen herzaman.
bazen coğunlukla, bazen bazen.
O sevgilisine kıskançlığından kafayı sıyırırken, ben hayata kıskançlığımdan sıyıracağım.
Öyle hisediyorum bazen,
bazen cogunlukla, bazen herzaman.
6 Haziran 2011 Pazartesi
Kaybedenler Kulübünden
- Yaşlı bir kızılderili ne kadar yanılabilir?
– Bazen yanılabilir
– Bazen susar
– Bazen konuşmak ister
– Bazen dinlemek ister
– Bazen yalnız kalmak ister
– Bazen arkadaş ister
– Bazen gitmek ister
– Gider bazen
– Bazen gidemez
– Bazen hiç gidememekten korkar
– Bazıları sonsuz neşeye doğar
– Bazıları sonsuz geceye
– Bazen ölürsün
– Bazen ölemezsin, bazen bütün koşullar uygunken bile ölemezsin
– Bazen kendinden uzaklaşmak ister insan
– Bazen gidersin, sırf dönebilmek için
– Bazen ağlarsın bayağı
– Bazen ağlayamıyorsun bayağı bayağı…
- Bazen içiyorsun, bazen çok ama çok fazla içmek istiyorsun da bazen sen zaten içmeye gidiyorsun
1 Haziran 2011 Çarşamba
26 Mayıs 2011 Perşembe
Baş ağrısı, mide bulantısı, bazı bazı baş dönmesi, gerilim ve korku dolu rüyalar, kafada bir tek 'iş' düşüncesi, ağır sorumluluk, yorgunluk,bunalım, sıkıntı, stres, umutsuzluk, bekleyiş-bitmeyiş...Bütün bu duyguları 'iş' yaşatabilir mi insana? Hayret ediyorum, kendime ediyorum, işin hayatımı ele geçirmesine izin verdiğim için.
Aptallık..
Soru : Karşılığını almadan kölelik yapan aptala ne denir?
Cevap: Mimar...
Zaten karşılığını alsak adı 'kölelik' olmazdı...
Aptallık..
Soru : Karşılığını almadan kölelik yapan aptala ne denir?
Cevap: Mimar...
Zaten karşılığını alsak adı 'kölelik' olmazdı...
18 Mayıs 2011 Çarşamba
Uyuyamıyorum... Rahatım yerinde, gündüzün yoğunluğuna rağmen kafam uzun zamandır olmadığım kadar rahat... Evet rahat, birçok düşünceye kapadım kendimi, uçağa bindiğim anda.İstemeden oldu, zaten istesem beceremezdim bu kadar, kafamdaki abuk subuk düşünceleri atmayı.Ama oldu işte, ihtiyacımın en fazla olduğu biranda çıkan seyahatim beni bir süre idare edecek gibi görünüyor.Ama uyuyamıyorum, yalnızlıktan uyuyamıyorum işte....
17 Mayıs 2011 Salı
Öyle Bir Geçiyor Zamanki, Ne olur Azıcık Dursa Sanki....
Yok yok, ben bu diziyi daha fazla izlemeye devam edemeyeceğim.
İnci hocaya mı üzüleyim, Ali kaptana mı küfredeyim, Cemileye mi acıyayım... Bu diziyi de izleme izleme, bi başıma gurbet ellerde olduğum zamanı buldum izlemek için. Yok olmadı, ben Vampire Diaries izlesem daha iyi...
İnci hocaya mı üzüleyim, Ali kaptana mı küfredeyim, Cemileye mi acıyayım... Bu diziyi de izleme izleme, bi başıma gurbet ellerde olduğum zamanı buldum izlemek için. Yok olmadı, ben Vampire Diaries izlesem daha iyi...
men bayırda gözlerem
Uzun zaman sonra hiçbir şey yapmak zorunda olmamaya ihtiyacım varmış. Her yurtdışı seyahatinde yaşadığım gibi yine içim biraz buruk ayrıldım İstanbuldan. Ama Bakü'ye varınca hiç yabancılık çekmedim. Azerileri hep sevmiştim, tv ekranlarındaki komik konuşmalarıydı tabi buna sebep=) Ama gerçekten de bugün karşılaştıklarımın hepsi öyle candandı ki, tabi yine konuşma şekilleri de buna sebep. Ama sıcak kanlı olduklarını (belkide ikimizde Türk olduğumuz için) inkar edemem. İlk duyduğum cümle ile güzel başladım,beni karşılayan adamın,ben wc.ye gittiğimde 'men bayırda gözlerem' demesi yetti bana=) Türkçeyi çok rahat anlıyorlar tabi, ama bizim onları anlamamız biraz zor oluyor. Fotoğraf çekmek için çıktığımda birsürü kişiyle muhabbet ettim,bazı dedikleri şeyleri tekrarlatmak zorunda kalıyorum. Ama yine de anlaşma problemimiz yok neyseki.Yola çıktığımda biraz gergindim, ülke ülke gezme konusunda biraz tecrübem olsa da, cesaretim yüksek olsa da, uçağa binene kadar ki gerginliğim geçmiyor. Aslında gerginlik de değil, geride kalanların özlemi. Tabi abartmiyim şimdi, Pazar günü evimde kahvaltı ediyor olacağım=) Neyse evet şuan odada yalnız başıma Öyle Bir Geçer Zamanki izliyor olmanın da duygusallığını yaşıyor olmalıyım=)) Konuya dönecek olursam, Baküdeyim işte. İş sebebiyle geldim, gezi sebebiyle olmasını daha tercih ederdim=) veya yanımda eşimin olmasını... Ama sonuç olarak yalnız başımayım, yoğun ofis çalışması içinde olacağım bir 3 gün beni bekliyor. Ama buranın havasını da solumadan olmaz. Otele giriş yapar yapmaz kendimi sokaklara attım. Otelin çevresinde fotoğraf çekmek için daha dinlenmeden, güneşin son saatlerini değerlendirmek istedim. İstanbula dönünce diğer bloğuma ekleyeceğim, şuan onları hazırlamakla uğraşamayacak kadar tembellik yapasım var.
Burada olduğum sürece epey yazacağım gibi geliyor, bu biraz geyik bir başlangıç oldu ama sonrası daha kendimden olur herhalde. Malum, vaktimi kendimle geçireceğim için, konuşmaya ihtiyaç duyacağım için,-ki bundan da oldukça memnun olacağım için...yazmalıyım.
Ama şuan bu yazıya son vereceğim,cümlelerim arası farklı hatlar çizmeye başladı.
Bitti..
İyi geceler...+2 saat sonra bu saati yaşayacak olan istanbuluma 'geceniz heyre galsııın'...
Burada olduğum sürece epey yazacağım gibi geliyor, bu biraz geyik bir başlangıç oldu ama sonrası daha kendimden olur herhalde. Malum, vaktimi kendimle geçireceğim için, konuşmaya ihtiyaç duyacağım için,-ki bundan da oldukça memnun olacağım için...yazmalıyım.
Ama şuan bu yazıya son vereceğim,cümlelerim arası farklı hatlar çizmeye başladı.
Bitti..
İyi geceler...+2 saat sonra bu saati yaşayacak olan istanbuluma 'geceniz heyre galsııın'...
15 Mayıs 2011 Pazar
11 Mayıs 2011 Çarşamba
Neden bütün şarkılar hep aşk uzerine? Aşk hayatın merkezinde,evet, ama aşk sadece sevgili, kadın-erkek demek değilki. Başka aşklarımız var hayatta birsürü, ama nedense bizler birtek karşı cinsle olan aşkı kendimize konu edinmişiz şarkılarda... Evet sadece şarkıları ünlemliyorum, şiirler romanlar filmler diğer aşklarımızı da yaşatıyor bize, ama şarkılar hep aynı.
Her yeni sanatçı çıktığında, eğer müziğiyle beni tavlayamamışsa, konusuna bakarım istemeden. Eğer kavuşmayı,ayrılığı,sevgiliyi anlatıyorsa daha gözüme girmeden düşer. Çünkü yeni birinin benim kulak zevkimde barınabilmesi için diğerlerinden bir farki olmalı; sözleri, müziği,klibi vs birşey farklı olmalı ya da eğlenceli. Duygusal şarkıya, aşk şarkısına karşı değilim, severimde, ama hep ayni klişeleşmiş anlatımlardan sıkıldım. Kafama not alacak, özgün cümleler duymak istiyorum.
Bütün gün radyoda aynı şeyleri duymaktan, işten sıkıldığım kadar fazla sıkıldım...
Her yeni sanatçı çıktığında, eğer müziğiyle beni tavlayamamışsa, konusuna bakarım istemeden. Eğer kavuşmayı,ayrılığı,sevgiliyi anlatıyorsa daha gözüme girmeden düşer. Çünkü yeni birinin benim kulak zevkimde barınabilmesi için diğerlerinden bir farki olmalı; sözleri, müziği,klibi vs birşey farklı olmalı ya da eğlenceli. Duygusal şarkıya, aşk şarkısına karşı değilim, severimde, ama hep ayni klişeleşmiş anlatımlardan sıkıldım. Kafama not alacak, özgün cümleler duymak istiyorum.
Bütün gün radyoda aynı şeyleri duymaktan, işten sıkıldığım kadar fazla sıkıldım...
Benjamin Button gibi yaşasaydık
Yaşlı olmak ne garip. O duruma gelmek,sanki koşturan sen değilmişsin gibi, sanki gözleri ışıl ışıl parlayan sen değilmişsin gibi,sanki hiç genç olmamışsın gibi, sanki yaşlı olmak da bir tür insan çeşidi gibi... Hepimizin sonu aynı oysaki ( normal şartlarda tabi). Ama o gün Sanki hiç bize uğramayacakmış gibi. Doğanın kanunu bu ne yazıkki. Herkes doğar yaşar ve yaşlanır yaşadığı hayatla birlikte. Ama korkuyorim işte, yaşlanmaktan da biraz ama en çok da birine muhtaç kalmaktan. Kendi suyumu içerek, kendi banyomu yaparak, kendi faturamı yatırarak veda etmek isterim hayata. Başkalarının, hele de tanımadığım ellerde gözlerimi kapatmak istemem.
Az evvel çizim yaparken bir teyze gördüm yolda, yürüyemiyordu, ufacıktı bedeni.. Adım atabilecek bile olsa ufacıktı adım atacak bacakları. İki kişi koluna girmişti, ama kaç m yol alabilir ki??
Üzülüyorum, ama doğamız bu "yaşlanmak" . Sanki yaşlanmasinı engelleyebilirmiyimki insanların? Yine de üzülüyorum işte, en Azından bu şekilde olmamalı, insan kendi bedenini taşıyarak son güne ulaşmalı. Ama kimisi için olamıyor işte. Duygulandım teyzeme, ve onun gibilete, ve onun gibi olacaklara...
Az evvel çizim yaparken bir teyze gördüm yolda, yürüyemiyordu, ufacıktı bedeni.. Adım atabilecek bile olsa ufacıktı adım atacak bacakları. İki kişi koluna girmişti, ama kaç m yol alabilir ki??
Üzülüyorum, ama doğamız bu "yaşlanmak" . Sanki yaşlanmasinı engelleyebilirmiyimki insanların? Yine de üzülüyorum işte, en Azından bu şekilde olmamalı, insan kendi bedenini taşıyarak son güne ulaşmalı. Ama kimisi için olamıyor işte. Duygulandım teyzeme, ve onun gibilete, ve onun gibi olacaklara...
10 Mayıs 2011 Salı
Duygularımdan annem geçerken...
Anneler gününde çok yazmak istemiştim, ama fırsat olmadı...
Ben annemi çok özlüyorum...
'Bir tek annem olsun, bana birşey olmaz'...Böyle bir reklam müziği vardı, o çıktığı sıralar (ya da tv.de çok sık çıktığı sıralar) ben evinden uçmaya hazırlanan, ne olduğunu olacağını bilmez bir halde,sudan çıkmış kefal idim=) Her o reklam çıktığında başlardım ağlamaya, hayatımda hiç okadar annemi özlemedim,-ki daha ayrılmamıştım ondan... Okadar doğruydu ki o sözleri, annem olduğu sürece sanki sırtım hiç yere gelmez gibiydi... Bir tek yanımda o olsun, dünya yıkılsa bana dokunmaz gibiydi... Bunu 26 sene sonra evden ayrılırken anladım ( annem ameliyat olduğu zaman anlamaya başlamıştım aslında). Baba da insanın canıdır, ama anne olmasa baba olurmuydu!! Ve annem olmasa ben yapabilir miyim bu dünyada!!
Hala da bu özlemi duyuyorum, daha nekadar daha duyacağım bilmiyorum,insan alışıyormu bu duyguya onu da bilmiyorum. Ama hayatımdan tümden çıkabileceği fikri içime öyle oturuyorki. Çünkü annem kendimi bildim bileli ölümsüzdü. O hasta olmazdı, onun canı yanmazdı, o üşümezdi,o yaşlanmazdı,o yemeden de yaşardı, nefes almadan da yaşardı... Gözümde hep ölümsüzdü annem...Ama artık anladım ki değilmiş, o da hasta olabilirmiş, onun da canı yanabilirmiş...Ameliyathaneye doğru yol alırken farkettim bunu... O günden beri o artık bir fani oldu gözümde... Keşke kendi hayatımdan ona verebilsem diyorum . Kimbilir belki onun hayatı benden daha uzun olacak , bilinmez , ama yokluğunda olmak istemiyorum.
Anneciğim umarım benden daha uzun yaşar. Ne annem evlat acısı yaşasın isterim, ne de ben anne acısı yaşamak... Nasıl olacak bilmem...
Annemi buyüzden özlüyorum, ona birşey olursa ve ben yanında yeterince olamazsam diye... Onun güven dolu sözlerine, gözlerine, kollarına ihtiyacım bir ömür sürecek sanıyorum...
Kayıtsız şartsız tek sevgim, yargılamadan, sorgulamadan, doğuştan kabulüm...
Ben annemi çok özlüyorum...
'Bir tek annem olsun, bana birşey olmaz'...Böyle bir reklam müziği vardı, o çıktığı sıralar (ya da tv.de çok sık çıktığı sıralar) ben evinden uçmaya hazırlanan, ne olduğunu olacağını bilmez bir halde,sudan çıkmış kefal idim=) Her o reklam çıktığında başlardım ağlamaya, hayatımda hiç okadar annemi özlemedim,-ki daha ayrılmamıştım ondan... Okadar doğruydu ki o sözleri, annem olduğu sürece sanki sırtım hiç yere gelmez gibiydi... Bir tek yanımda o olsun, dünya yıkılsa bana dokunmaz gibiydi... Bunu 26 sene sonra evden ayrılırken anladım ( annem ameliyat olduğu zaman anlamaya başlamıştım aslında). Baba da insanın canıdır, ama anne olmasa baba olurmuydu!! Ve annem olmasa ben yapabilir miyim bu dünyada!!
Hala da bu özlemi duyuyorum, daha nekadar daha duyacağım bilmiyorum,insan alışıyormu bu duyguya onu da bilmiyorum. Ama hayatımdan tümden çıkabileceği fikri içime öyle oturuyorki. Çünkü annem kendimi bildim bileli ölümsüzdü. O hasta olmazdı, onun canı yanmazdı, o üşümezdi,o yaşlanmazdı,o yemeden de yaşardı, nefes almadan da yaşardı... Gözümde hep ölümsüzdü annem...Ama artık anladım ki değilmiş, o da hasta olabilirmiş, onun da canı yanabilirmiş...Ameliyathaneye doğru yol alırken farkettim bunu... O günden beri o artık bir fani oldu gözümde... Keşke kendi hayatımdan ona verebilsem diyorum . Kimbilir belki onun hayatı benden daha uzun olacak , bilinmez , ama yokluğunda olmak istemiyorum.
Anneciğim umarım benden daha uzun yaşar. Ne annem evlat acısı yaşasın isterim, ne de ben anne acısı yaşamak... Nasıl olacak bilmem...
Annemi buyüzden özlüyorum, ona birşey olursa ve ben yanında yeterince olamazsam diye... Onun güven dolu sözlerine, gözlerine, kollarına ihtiyacım bir ömür sürecek sanıyorum...
Kayıtsız şartsız tek sevgim, yargılamadan, sorgulamadan, doğuştan kabulüm...
Kendimi mutsuzluğa ittiğime inanamıyorum.Resmen mutsuzluğu kendime hayat felsefesi edinmişim, mutsuzluğumla mutluyum artık. Son 1 senemi düşündüm de, mutlu olmak için hiç uğraşmamışım, oysaki mutlu olmama sebep olacak okadar güzel şey yaşamışken...
Aptalım ben...
Bugün kendime karşı zalim günümdeyim galiba. Çünkü kızgınlığım en çok kendime, bu kafayla hayat boyu mutsuzluk abidesini oynarım ben. Hep böyle değildim, zıtlık da burada zaten. 1 senede değiştim ben (1,5 sene diyelim, Prag'da iken başladı herşey, ama onun suçlusu da BENDİM). Ve devam ettirdim, peki niye?
Yok yok, kafama Himalaya Dağları bile düşse dank etmiyor. Oyüzden demiştim ya, beynimi değiştirmek istiyorum. Sıfırdan yeni bir beyinle devam etsem bugünden sonraya, içine daha faydalı şeyleri koysam, gereksizleri hiç katmasam aralarına... Unutmak istediklerimi unutsam, hatırlamak istediklerimi hatırlasam... Daha akıllıca sürdürsem hayatımı, doğru adımla başlasam, yanlış adımlarımı geride bıraksam... Değişsem işte, mademki değişebildim, istemediğim şekilde, tümden değişsem, farklı hayallerle, düşüncelerle başlasam yeni hayatıma... Verdiğim savaşlar verilmiş olsa, aldığım dersler alınmış olsa, attığım adımlar atılmış olsa... 2. hayata başlasam işte, eski hayattan aldıklarımla, geride kalan verdiklerimle...
Ben sıkıldım kendimden, olmayacakları oldurma stresimden, kanatlarımdaki özlemden....
Aptalım ben...
Bugün kendime karşı zalim günümdeyim galiba. Çünkü kızgınlığım en çok kendime, bu kafayla hayat boyu mutsuzluk abidesini oynarım ben. Hep böyle değildim, zıtlık da burada zaten. 1 senede değiştim ben (1,5 sene diyelim, Prag'da iken başladı herşey, ama onun suçlusu da BENDİM). Ve devam ettirdim, peki niye?
Yok yok, kafama Himalaya Dağları bile düşse dank etmiyor. Oyüzden demiştim ya, beynimi değiştirmek istiyorum. Sıfırdan yeni bir beyinle devam etsem bugünden sonraya, içine daha faydalı şeyleri koysam, gereksizleri hiç katmasam aralarına... Unutmak istediklerimi unutsam, hatırlamak istediklerimi hatırlasam... Daha akıllıca sürdürsem hayatımı, doğru adımla başlasam, yanlış adımlarımı geride bıraksam... Değişsem işte, mademki değişebildim, istemediğim şekilde, tümden değişsem, farklı hayallerle, düşüncelerle başlasam yeni hayatıma... Verdiğim savaşlar verilmiş olsa, aldığım dersler alınmış olsa, attığım adımlar atılmış olsa... 2. hayata başlasam işte, eski hayattan aldıklarımla, geride kalan verdiklerimle...
Ben sıkıldım kendimden, olmayacakları oldurma stresimden, kanatlarımdaki özlemden....
6 Mayıs 2011 Cuma
İşte ben böyle mutluyum. Önceden de buyüzden mutluydum, hiçbir şey beni üzemezdi... Çünkü eskiden vardım. Hayatın bu kalabalığında ben de vardım. Ben ancak var olduğumu hisettigimde mutluyum. Ve varlığım da hayattan alabilmeme bağlı. Ben günleri aynı dakikalarda yaşarken değil, farklı zamanlarda yaşayabiliyorsam, ogün sonunda farkli rüyalar görebiliyorsam, farklı şeyler düşünebiliyorsam,pişmanlık duymuyorsam,hayal kurabiliyorsam, umut taşıyabiliyorsam, yolumdan sapabiliyorsam, kısacası ben aldığım haz da tamamen özgürsem yaşadığımı hisedebiliyorum. Ve bu duyguyu uzun zaman sonra tekrar hisettim. Eski 'ben'i hisettim içimde,birkaç saatliğine o oldum, kalbim attı... Sevgiyle ayakta kalmaya calışan kalbime destek oldu bu aksam saatler.. Birlikte başardılar atmayı.
Güzel bir gecenin sonunda yüzüm gülebiliyor hala:)) Arkadaş en büyük ihtiyaç hayatıma, beni canlı tutmaya!!
Güzel bir gecenin sonunda yüzüm gülebiliyor hala:)) Arkadaş en büyük ihtiyaç hayatıma, beni canlı tutmaya!!
5 Mayıs 2011 Perşembe
Güvensizlikle hayatı nekadar sürdürür ki insan? Yaşadığım yere, insanlara, kurumlara güvenemedikten sonra ne anlamı vardır ki oralı olmanın? Arkamı dönüp gitmek çok yanlış derdim, öyledir de muhakkak, ama biz sırtımızdan vurulurken, çıkar uğruna satılırken, sırtımı yaslayacak biryerim yokken arkamı dönmeye korkarken, neden durayım ki, neden çekip gitmeyeyim ki!!!
Ben küçük çaplı kafa patlatırken, kadının erkek elinde haklarından, karakterinden olmasına karşı savaş yaşarken,aslında çok daha büyüğü yaşanıyor dışarıda. İnsanların hakları birbir elinden alınıyor, yabancıya satılıyor, bizim yerimize düşünülüp, yerimize kararlar alınıyor -ki bu hakkı ellerine vermeyenlere de aynı muamele gösteriliyor.. Kimin hakkı var ki benim bu dünya üzerinde neyi yapıp neyi yapmayacağımın kararını vermeye? Benden başkasını etkilemiyorsa buna kimsenin hakkı olmamalı. Toplum olmanın kuralı buysa ben toplum oluşturmak istemiyorum. Ben medeniyetten uzak ama kendi doğrularımla yaşamak istiyorum. Ben içimdeki küçük çocuğu anlatırken kuracağım cümlede geçen kelimeleri kara listeye bakarak seçmek istemiyorum.
Devam bile edemiyorum içimdeki kızgınlığı paylaşmaya...
Ben küçük çaplı kafa patlatırken, kadının erkek elinde haklarından, karakterinden olmasına karşı savaş yaşarken,aslında çok daha büyüğü yaşanıyor dışarıda. İnsanların hakları birbir elinden alınıyor, yabancıya satılıyor, bizim yerimize düşünülüp, yerimize kararlar alınıyor -ki bu hakkı ellerine vermeyenlere de aynı muamele gösteriliyor.. Kimin hakkı var ki benim bu dünya üzerinde neyi yapıp neyi yapmayacağımın kararını vermeye? Benden başkasını etkilemiyorsa buna kimsenin hakkı olmamalı. Toplum olmanın kuralı buysa ben toplum oluşturmak istemiyorum. Ben medeniyetten uzak ama kendi doğrularımla yaşamak istiyorum. Ben içimdeki küçük çocuğu anlatırken kuracağım cümlede geçen kelimeleri kara listeye bakarak seçmek istemiyorum.
Devam bile edemiyorum içimdeki kızgınlığı paylaşmaya...
3 Mayıs 2011 Salı
Keşke herkes kendi istediği gibi görse herşeyi. Mesela bir arabaya baktiğimda, onun sarı bir vosvos olmasını istiyorsam, o bana öyle görünse, başkası onun ferrari olmasını istiyorsa ona öyle görünse... Yani madde herkes için farklı olabilse, görmek istediğimiz şekilde olsalar. Böylece sahip olmak kavramı belki de anlamsızlaşırdı. Aslında hepimiz şizofren olsaydık, olaylar, varlıklar bizimle şekillenseydi...
Sahip olamadıklarıma sahip olabilme yolları ararken aklıma gelen bir fikir işte:) İşin içinde para olmadan nasıl elde edebilirim derken işte:)))
Sahip olamadıklarıma sahip olabilme yolları ararken aklıma gelen bir fikir işte:) İşin içinde para olmadan nasıl elde edebilirim derken işte:)))
2 Mayıs 2011 Pazartesi
Sürekli eskileri özlüyorum. Ama özlediğim şey kişiler değil,öyle olsa onları tekrar görme şansı yaratırdım. Özlediğim şey mekanlar da değil, öyle olsa o mekanları ziyaret ederdim. Ben geri dönmeyecekleri için özlüyorum. Aynı kişilerle aynı mekan da olsam da o 'an' ları tekrar yaşatamayacak olmak bende özlem yaratıyor. 'Ya içindesindir zamanın ya da dışında' diye bir mısra yada bir şarkı, ya da öyle bir şey vardı işte. Herneyse, ben hep zamanın dışındayım, içinde olabilmeyi de başardığım zamanlar vardı,ama artık değil, belki ilerde....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)