9 Kasım 2010 Salı

Sıkıldım sıkıldım uçmak istiyorum!! Uzaklara gidip uzakları keşfedip,onları tanıyıp,onları anılarıma kazıyıp, anılarımla birlikte geri dönmek ve zamana kaldıgım yerden ama mekana döndüğüm yerden devam etmek istiyorum. Bilmem anlatabildim mi,uzun cümlemi kısa ve öz aktarabildim mi...
İcimde büyük bir yazma isteği,aldım elime tel.u (malum tel.dan internet,teknolojik ben:) ne yazacağımı bilmez ben,küçük ekran büyük heyecan harfler tane tane geçiyor parmaklarımın ucundan. Dışarda yazdan kalma,kışa dönme bir imbatımsı lodos. İçimde caddeye kendini bırakıverip, o magaza senin bu dükkan benim bir gezme isteği.Kafamda bir dönme,gözlerimde bir kararma da cabası.Tabi yanlış anlaşılmasın,hasta olmaya yeltenmekten kaynaklı bu belirtiler. Ha bide fena uyuma isteği, o da az evvel içtiğim thylolhot etkisi olsa gerek. Öyle bir gün işte,bitecek saatler sonra:))

6 Kasım 2010 Cumartesi

Flashforward yaşasak beynimizde!!!

Azonce, son izlemeye basladığım dizi olan Flashforward geldi aklıma ve gelecegi bilsek ne olurdu diye dusunmeye basladım.Sabah sabah bu diziye aklım nerden geliverdi onu soylemicem:) Dizide dünyadaki butun insanlar aynı anda bayılıyor ve herkes ileri bir tarihte (nisanın 12 si falandı sanırım) ayni gün aynı saatte neler yapıyor olduğunu goruyor.Uyandıklarında,kotu seyler olduğunu görenler gelecekleri gerçekleşmesin diye uğraşıyorlar (güya) ama bazıları kendi iradesi dahilinde olmasına rağmen gerçekleşmesi icin zemin hazırlıyor ve sezon finalinde de o gün ve saat geldiğinde birçoğununki gerçekleşiyor. Kısaca dizinin özeti böyle.

Bende bunu düsündüm ve geleceğimizden bir parça , bir olayı biliyor olsaydık onu engellermiydik?
Ben hep engelleriz, bunun icin gerekeni yaparız diye düsünürdüm, hatta diziyi izlerken de " ne saçma, olacakları bilip ondan korkmalarına rağmen engellemek, kaçmak yerine üstüne gidiyorlar" diyordum. Ama bugün farklı açıdan düsündüm ve birşeyleri bildiğimiz zaman ondan kaçamadığımızı ve tersine daha ilgi odağımızda olduğu için ona doğru bir şekilde çekildiğimizi düsünüyorum. Ayrıca bu birazda şuna benziyor; korktuğumuz birşeyin, sesin nerden geldiğini, ne olduğunu merak edip ona yönelmek gibi. Bu sadece filmlerde olan bir durum değil, belki herkes değil ama birçoğumuz yaparız bunu, mesela ben yapıyorum:)) Oyüzden aslında bu içimizdeki " merak" bizi bile bile korkularımıza doğru çekiyor. Ve oyüzden, belki bize de geleceğimizden bir an gösterilseydi biz de onu iyi ya sa kötü, bir şekilde gerçekleşmesine sebep olurduk. Çünkü öncesinde öyle bir şeyden haberdar değildik ama bize gösterildiğinde artık biliyor olduk ve aklımızın bir köşesinde "o" olduğu sürece de isteyerek ya da istemeyerek onu gerçekleştirmemiz çok olası.

Evet sabah sabah aklıma bu düşünceler geldi ve yazmak istedim...

5 Kasım 2010 Cuma

Çıkış saatine dakikalar kala,sayıyorum yine dakikaları.Îçimde bir kıpırtı, eve gideceğim diye. Evlilik böyle birşey olsa gerek.Eve gitmek icin dakikaları saymak, birlikte geçirilecek 2-3 saat için bütün gün o yorgunluğa sabretmek..
Güzel şey bu evlilik denen şey:)) Artık bende ondan olduğumu anlamaya ve zevk almaya başladım galiba...
Son 40 dakika (heran hersey olabilir,son 40 ilk 40 olabilir:S )
Haftanın sonu olupta haftayı bitiremediğim bir cuma günü.Kabullenemicem hiç bu köle hayatını ki mutlu olayım.Ama öyle yada böyle, içindeyim işte bu hayatın, hep içimden ona isyanım.Yine de hayat güzel demek istiyorum,eskiden diyebildiğim gibi yine yeniden.

2 Kasım 2010 Salı

'Son' bahar...

Çiçek açmalıyım artık,vaktidir sonbahar gelmisken hayatı tersine zorlamanın.Olması gerekeni kabullenmek degildir zaten beni cezbeden, kabullenmeyis,ama kabullenis içinde yaşayış,ve hergün 'neden' diye uyanış.Oysaki şimdi çiçek açsam,yeni bahara hazirlansa yüreğim, vaktidir işte,aylar sürecek bir hazırlık için sonbahar.
Bir yanım yagmurda ıslanırken diğer yanım bir saçak icin hayal kurarken hangi güç beni bu kışa elimde şemsiyemle hazırlayabilir bilmem ki...Bir güç işte,daha yazarken söyledim,çok güç bişe...

21 Eylül 2010 Salı

Baska Ev'li Olmak Uzereyken

Garip bir duyguymus, belkide daha farkina varmadim,ya da vardim,bilemiyorum. Ama insan ancak yapilacak isleri bitince dank ediyormus hayatindaki buyuk degisimin uzerinde yarattigi etki.
Buyuk degisim, onceliklerin,oncelikli kisilerin, hergun duyulan seslerin -bazen beni yoruyor olsa da- artik hayatimda farkli rollere burunuyor olmasi. Elbet alisilacak diye umuyorum..Sanki annem de ayni seyleri yasamamis gibi, sanki evli dogmus gibi. Oysaki onun da farkli oncelikleri oldu, o da yeni hayatina alismak durumunda kaldi. Ve ben de birgun oyle olacagim, sanki evli dogmus gibi...
Kinali ellerime bakiyorum, hala kendi kinami yapacak kadar buyumedim sanki. Herkes aynimi hisseder acaba, hic buyumedigini mi zanneder? Ben nezaman buyudum derler mi? Oyle olmali, hayat nasil bu kadar adim ilerliyor, anlamak zor ki..
Son haftami iyi degerlendirmek,dolu dolu gecirmek, bekarliga dair hicbir sey icimde kalmasin istemistim ama olamadi. Ne zihnim ne de bedenim artik kendime vakit ayirma vakti nihayet gelmisken, kıçını kaldiramaz oldu=))

18 Eylül 2010 Cumartesi

Saat durdu zannettim,meger o calisiyormus da duran benim kafamdaki saatmis.Gunun sonunu beklemek neden bukadar sıkıcı ki???Bir c.tesi gununu dort duvar arasinda,geyik bile yapamadan gecirmek...Yazik banaaaa!!!

16 Eylül 2010 Perşembe

Bir hevesle iphone a blog uygulamasi indirdim,ve hevesim devam ediyorken bunu hemen yazmak istedim.sSanirim artik aklima gelen herseyi aninda,sicagi sicagina yazabilecegim.
Simdilik bukadar, ofisteyim,calismaliyim, ancak calisamamaktayim...Midem berbat, kafam da onun izinde,kafamin icindekiler de biryandan kemirip duruyor.Kotu bir gun,aaa yine unuttum,bugun imam nikahlaniyorum...Ben...Bu da olacakmis demek.Neyse bu yazi uzarsa benim o kemirgenler burayi da katlederler...
Gunesli bir gun,tadini cikarmiyim...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

İçimden geçene Asaf'tan tercüme...


Öyle çabuk geçiyor ki günler
Hele sen de bir bak hayatına.
Daha dün doğmuşuz sanki
Yeni okula başlamışız
...Yeni sevmişiz

Öyle çabuk geçiyor ki günler
Hele sen de bir bak hayatına
Yarın bitecek sanki her şey
Yarın ölecek gibiyiz.

Daha doymamışız yaşamasına
Günlerimiz dün bir, bugün iki
Sakın bir şey bırakma yarına
Yarın yok ki.

16 Temmuz 2010 Cuma

EPEY ZAMAN OLMUŞ,GERİ DÖNMELİYİM ARTIK!!

Artık zamanla bir alıp veremediğim yok..Artık neyle ne alıp vereceğimi de bilemez oldum..Uzun zaman sonra hatırladım bir bloğum olduğunu, yine kendi çabamla değil,bir arkadaşın 'bloğun varmı' demesiyle hatırladım..Bu, bu şekilde hatırladıklarımdan en önemsizi belkide, hayatımdaki varlıklarından bihaber kaldığım birçok şey arasında.
Değiştim ben, değişimi seven ben değişimin mutsuzluğunu yaşıyorum.Öyle bir değişim bendeki işte, 25 senedir sandığım,veya gerçekten olduğum kişiden farklı kişiye dönüşüyor olmak. İşimin başında bile sürekli kafamda dönüp duran şeyler, şuan çalışıyor olmam gerekirken bana blog yazdıran şeyler...

5 Nisan 2010 Pazartesi

İSTANBUL’DA DENİZE HASRET YAŞIYORUZ

Asya ve Avrupa arasında bağlayıcı bir köprü niteliğinde, denize km’lerce kıyısı olan , bir şehrin denize sahip olmasının ne büyük bir şans olduğunun hala farkına varılamadığı şehir, İstanbul. Bu sahip olduğumuz değeri biz nasıl değerlendiriyoruz?
Hergün yolum bir şekilde denizle buluşuyor ve her seferinde dikkatimi çekiyor; denize bu kadar yakın yaşarken ona hasret kalabiliyoruz. Belki aldığım eğitimin kazandırdığı bakış açısıyla bu kadar duyarlıyım bu ‘yapılaşamama’ durumuna, belki de benim gibi birçoğumuz farkında, ancak kabullenmiş bu denizden uzak yaşamı.
Bunun en son gördüğüm örneklerinden birisi dün birdaha karşıma çıktı. Eminönü’nde yürürken, orada Fatih Belediyesinin katlı otoparkının önünden geçtim. Arabalar öyle şanslıydı ki, dilleri olsa ‘Sağolun deniz havası da pek güzel geldi.’ derlerdi. Tam deniz manzaralı bir konumda, bunca araba kirliliği…
Bir başka örnek ise, yine son zamanlarda her önünden geçtiğimde yanımdakilere aynı cümleleri sarfettiğim kıyımız ve bilinçsiz uygulama; Kartal İETT otobüs durakları. Konumu yine sahil kenarı ve sorun yine araba topluluğu. Özellikle İETT otobüs duraklarının niye hepsinin sahilde olduğunu birtürlü anlayamıyorum. Herkesin kolay ulaşabilmesi için mi? Oysaki iç kesimlerde duraklar için , sahil toprağından daha değersiz ancak yine herkesin kolay ulaşabileceği yerler sağlanabilir. Fakat ısrarla, bütün ana duraklarımız deniz kenarında konumlandırılıyor: Kadıköy, Bostancı, Beşiktaş, Kabataş, Eminönü…
Örneklerin sayısı çok fazla. İnsanların vakit geçirmeye ihtiyaç duydukları bu en değerli yerler giderek azalmaktadır. Şehir betonlaşırken, bu betonlaşmadan kaçışımız olan kıyılarımız da ya betonlaşmakta, ya otobüs durağı, halk pazarı vb. şekilde kirletilmekte ya da özel mülkiyet olarak kullanılmakta. Oysaki bu alanlar bizim sahip olduğumuz en değerli alanlar, İstanbul’u İstanbul yapan sadece tarihi değil, sahip olduğu konumdan kaynaklanan değeri. Yazık ki biz; halkın sosyal faaliyetlerde bulunabileceği, denizin dinlendirici etkisinden faydalanabileceği bu alanlarımızı en yoğun ve yorucu mekânlar haline getiriyoruz. Saatlerin harcanabileceği bu yerleri, insanlar sadece bir araç olarak kullanıyorlar. Böylece buralar insanların arabalarını parkettiği, otobüse bindiği, pazar alışverişi yaptığı, geçici ve kısa süreli işlerini yürüttüğü, kısacası oturan değil hareket eden insanın kullandığı yerler haline geliyor.
Her gün örneklerini gördüğüm İstanbul’da, bu tip bilinçsiz kullanımı görmezden gelmek gün geçtikçe zorlaşıyor. Geri dönüşü olamayacak şekilde denizlerimizden uzaklaştırılıyoruz. Oysa ki şehrimize ve değerlerine sahip çıkıp, onu öncelikle kendimiz için yaşanılır hale getirmek bizim elimizde.

10 Mart 2010 Çarşamba

Zaman aşımına uğramış gibiyim!!!

Evet zaman aşımına uğradım sanıyorum.Zaman ilerledikçe,ve ben o zamandan uzaklaştıkça bir şeyler de geriye gitmeye başlıyor
Hani İnternet de bir işlem yaparken bir süre o sayfa üzerinde hiç bir işlem yapmazsanız size 'zaman aşımı' uyarısı vererek kapanır ya,ben de aynen öyle olmuş gibi hissediyorum.Şu birkaç aydır nedense kendi üzerimde hiçbir işlem yapmamış gibiyim, kapandığıma inanmak zor geliyor ama belkide benim o sayfam kapandı,süresi doldu.Kendime kazandırdığım hiçbir şey yok şu zamanda,ya da var da bana az geliyor.Ama tatmin olamıyorum işte.Sürekli şu 'sabıkalı zaman' benim yerimde saydığımın da şahidi aynı zamanda.
Ne yapmalı,ne yapabilirim,elimde olmadığını düşünmek istemiyorum.Hep bir şeylerin benim isteğime bağlı olduğuna inandım,istersem olur istemezsem olur ya da olmaz...Ama şimdi,yeterince isteyemiyor muyum bir şeyleri acaba? Veya aslında istemekle bitmiyor mu?

1 Ocak 2010 Cuma

Ve bitti,

bir sene daha geride kaldı.Hala eskisinin acısını yenisinin heyecanını duyamamış olsam da,artık tarihlerimizin son 2 rakamının değiştiğini kabullenmeliyim.

Yeni seneye güzel girdim,ilk saatlerinde..Ama ilk seneye güzel başlamadım.Neyi yanlış yapıyorum diye düşünüyorum,ben mi farklı bakıyorum hayata,ya da insanları kabullendiğim gibi onların da beni kabullenmesini beklerken mi yanlış yapıyorum?Hata yapmıyorum,kendimce hata anlamını verdiğim hataları yapmıyorum demeliyim daha doğrusu.Ama ters giden bir şeyler var ve ben kendi doğrularımdan fedakarlıkta bulunamıyorum onları düzeltmek için.

Değişmeli miyim?Aslında zaten fazlasıyla değiştim,en çok da buraya geldiğimde değiştim.Ve kötü bulmuyorum yeni halimi,hala eski meltemin doğruları üzerimde,sadece o doğrularında daha özgür,hayatı yaşamaya daha hevesli,kaybetmenin değerini kaybetmeden görmeye daha yakın...


30 Aralık 2009 Çarşamba

Tükenen zamanın yerini dolduran boşluk...

Bitiyor işte,

her başlangıç için birşeylerin bitmesi gerektiği gibi,her son durak aslında aktarma yapılan bir ilk durak olduğu gibi,bu da bitiyor işte.

Bitmek üzere olan ne çok şey var şuan aslında,başlayacak olanlara hazır mıyım bilemiyorum,ama olmalıyım,olacağım da...

Buradaki günlerim artık parmakla sayılacak kadara indi neredeyse,bitiyor.Gelirken öylemiydi,sanki hiç bitmeyecek gibiydi.Her şeyin çabuk geçmesinden tükenmesinden şikayetçi ben,tüketmek için çabaladım 3 ay boyunca.Ve nihayet 13'e indirgeyebildim.Buradaki zamanımın artık bitiyor olması,oradaki yeni hayatımın başlaması demek-ki bunu acaba ne kadar istiyorum şuan bilemiyorum.Okulum da bitiyor,hoş,tez yazmak başlı başına yeniden okumak gibi bir şey olacak ama artık öğrenci statüsünde görmüyorum kendimi,değilim de.Artık ciddi iş hayatına girme vakti,işte bir başlangıç daha.Part-time ların sonu,full time asosyal hayatın başlangıcı.Ve bu da aynı zamanda,hayallerimdeki hayatın sonu ve gerçek hayatın başlangıcı.Çalışmaktan kaçmıyorum,her zaman çalışmayı yeğlerim okumaya.Ama keyif aldığım,hoplaya zıplaya gittiğim bir iş hayalim ne kadar büyük bir ihtimal acaba?Eski ben olsa yüzdesi yüksek olurdu,ama eski ben büyüdü artık son 3 ayda.Artık seçici,hayatta ve hayatındakilerde..Bu da bir son ve bir başlangıç oldu benim için,iyisini kötüsünü dönüş sonrası göreceğim.

Artık hayat daha ciddiye alınmayı bekliyor,daha gerçekçi olmayı ve düşünmeyi.Daha az hayal kurup,daha az şey ümit etmeyi bekliyor,ne yazıkki,
ne,şimdi de heyecanımı mı kaybediyorum yoksa,yerine hayatı gidişatına bırakmış ortalama seviyede iş-aile-hobi-yaşam kabullenmiş biri mi geçiyor?

Eski seneyi bitirip,anılara gömerken yeni bir seneye ne şekilde giriyorum acaba?Boş,hatırlayacağım ayrılıklar dışında boş,bana birşey katmamış bir senenin ardında,düşünüyorum da,belkide 2009'u direk aradan çıkarmalıyım.Geleceğim için ne yaptım diye bakıyorum,herşey sadece kendim için,içinde gelecek yok,boş işte...

Bu düşünceler sürekli kafamda geçen düşünceler değil aslında,bugün aklıma esen,daha sorasında da böyle düşünecek miyim bilmediğim düşünceler,ama yazıyorum,kalıcı olması için,sonrasında okuyup,bir ara bu düşüncelere sahip olduğumu görüp üzerinde biraz kafa yormak için.

Evet,her sene yaptığım gibi bu sene de defterime geçen senenin bıraktıkları ve gelecek senenin getirecekleri hakkında yazmaya çalıştım.Ve bu sefer,hayatımın ne kadar boş geçtiğini hisettim,boş bir sene geçirdiğimi,içimin de boşaldığını.Kalbim dolu,onu tüm bu konulardan uzak tutuyorum,sözüm 'aşk'tan dışarı,aşkın dışındakiler benim konuşmak istediklerim.Yazamıyorum,ne acılarım oldu ne havalarda uçuşlarım.Ne birşeylerden ders aldım,ne pişmanlık yaşadım,ne kendimle gurur duydum.Aşık olmak dışında hangi duyguyu tattım ben bu sene bilemiyorum.Haksızlık etmek istemem duygularıma,belki tatmışımdır,ama şuan hiçbir etkisi yok ki hatırlayamıyorum...Ve belkide tüm sene boyunca alamadığım dersi senenin son gününde alıyorum.Ve bu da yeni sene için beni harekete geçmeye zorluyor,boşlukları doldurma vakti,doluları da sabitleme vakti...

Hoşgeldim yeni seneye,heyecansız bir başlangıçla,ama heyecanlı yarınlarla...

From the Top of the World from My Brightest Diamond on Vimeo.

24 Aralık 2009 Perşembe

''Aşık olmayana aşk kuru bir kelimeden ibaret.Yarı palavra,yarı safsata.Aşık olmayan bunu anlayamaz,olansa anlatamaz.Öyleyse nasıl söze dökülebilir aşk,kelimelerin hükmünü yiyirdiği yerde?,,

Evet bu kitabı okudukça birçok cümlenin,satırın,hatta paragrafın altını çizmek istiyorum.Aşk'ı anlatıyor,iki karşı cins arasındaki olanı değil,cinsiyet ayırt etmeksizin olan aşkı,bu dünyada var olan her şeye karşı olanı,bu dünyadan sonrasında sahip oluncaklara duyulan aşkı,maddi manevi herşeyi...

Kaptırdım kendimi kitaba iyice,okudukça okumak istiyorum.Şu yaban ülke de kendi dilimde elime geçen tek kitap diye başladığım bu kitap,şimdi mecbur kalınarak başlanmışlıktan çok merak duyularak okunan bir kitap halini aldı benim için.

Elif Şafak,okuduğum bir kitabından sonra (isim vermek istemiyorum) asla bir başkasını okumam dediğim feminist yazar hissi uyandıran kişiye ait bu kitap,belki de yazara duyduğum antipatimi değiştirmiş olmalı,en azından bu kitap için kesinlikle bunu söyleyebilirim.Belki de anlatılanlar bana yabancı gelmediği için,Şems'in doğrularını,kurallarını kendi doğrularıma paralel bulduğum için,en azından benim kabul sınırlarım içinde olduğu için sevdim,bilemiyorum.Ama kitap hala devam ediyor,bitirdiğimde de yorumlarımı hak ediyor sanırım.

Devamı sonra,bitirdiğimde...

18 Aralık 2009 Cuma

Özleme doğru 'gelmek' gitmemek...

Giden olmayı hiçbir zaman sevemedim,ne gitmeyi seviyorum ne gitmelerini.Neden gitmek diye bir kelime var ki sanki,hep gelsek keşke.

İşte yine bir gidiş daha,tıpkı İstanbul'dan da gidiyorken olduğum gibiyim,ne istediğimi bilmez,ne kalmak ne gitmek istemez bir durumdayım.Tüm bu gidişlere olan nefretimin sebebi,alışmak.Hem de çok çabuk alışmak,ve alışkanlıklardan kolay kopamamak.Buraya da alıştım şaşırtıcı bir şekilde.Beklemezdim alışacağımı,bu seferki alışma sürecim daha uzun oldu ama olmasını da beklemiyordum hiç.O kadar ki bana uzak bir yaşamdı buradaki yaşam.Yine de alıştım işte,şu dört duvar 10 m2 bile olmayan odada 2 kişi kalmaya,sandalye dışında oturacak biryer olmadığı için bütün yurttaki zamanımı bu sandalyeyle geçirmeye,dışarıdaki dondurucu soğuğa,hayatın büyük çoğunluğunun yer altında metrodan metroya kendimi aktarmakla geçmesine,bazen gündüzü hiç yaşayamadan saat 4 te havanın kararmasına,chinesse'lerin garip dillerine,partilere,ve daha sayılabilecek ancak lafı uzatmanın anlamı olmadığı birçok şeye de alıştım.

Özlemlerim daha büyük aslında,burada sahip olamadığım çok özlemim var,'gitmek' için can atmama sebep olması gereken.Ama nedense artık can atmıyorum,hayatın akışına kendimi serbest bıraktım.Buradayken burada olmayı,döndüğümdeyse orada olmayı seveceğim. Ve buradayken orayı özlerken, oradayken de burayı özleyeceğim,bu kaçınılmaz bir şey. Özlediğin yere gitmek istersin,gittiğin yerde de geldiğin yeri özlersin.Bunlar hep birbirinin ardından geliyor,zaten hisettiklerimiz sayesinde yaşıyoruz,ve bunlar da hisettiklerimizden birkaçı.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Neden bahsedecektim?

AŞKın hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk
Ya tam ortasındasındır,merkezinde,
ya da dışındasındır,hasretinde...

AŞK kitabından alıntı...

Aşk üzerine yazılan söylenen çizilen herşey.Sanki hayatın bundan ibaret olduğuna inanırmış gibi konuşuyor herkes,ama öyleymiş gibi davranmıyor.Bense öyleymiş gibi konuşmayı sevmem ama öyle olduğuna inananlardanım,üzerine yazmayı sevmesemde yazarım,çünkü herşeyin ucu ona çıkıyor.Şuanda bile aslında yazmak istediğim konu başkaydı,nerden aklıma geldi şu 'aşk' kitabındaki satırlar bilmiyorum,ama konumu tamamen başka taraftan çekti çıkardı.Belkide üzerine yazmayı özledim,hep kendi içime döndüğüm için olsa gerek,onu unuttum biran.Oysaki zaten hep varolan hisettiğim birşeyken...

Herneyse,başlamak istediğim konuya geri dönme vakti,vakit...Yine hatırlattı kendini bana,geçmek bilmeyen zaman,gelmesini sabırsızlıkla beklediğim,istediğim zaman...Gün saymak,geriye doğru saymak zamanı hızlandırmıyormuş,sayılı gün çabuk geçer sözü benim için anlamını yitirdi çoktan.Sayılmayan günler,sayılamayan günlerden konuşmak gerek.Uzun gelen,geçecek diye ümit edilen ama birtürlü içinden çıkılamayan günlerden...

Evet hasretle söylenen sözler bunlar,yoksa zamanla alıp veremediğim şey onun geçmemesi değildi,hep hızlı adımlarından şikayetçiydim ben.Ama hasret...Sabır'ı -sız latan hasret,dayanmayı dayanılmaz yapan mesafeler...

Bugün melankolik meltem olarak merhaba dedim güne,ne fark vardı diğer günlerden bilmem,sadece yeni bir gün işte,dönüşe biraz daha yakın bir gün hemde,ama daha sıkıntılı nedense.Neyseki bitmesine 1 saate yakın zaman kaldı,belki yarın daha güzel başlayacak.Hoş,sabahın köründeki ders için uyanmak -ki öncesinde gecenin bilmem kaçında uyuyunca çok zor oluyor- günü nekadar güzel kılabilirse.

Ben sanırım hala başlamak istediğim konuda değilim.Hala kendimdeyim,yazmak istedğimse oradaydı,bende değildi.Herneyse,belkide şuan uygun zaman değilmiş,içimi dökmeliymişim biraz.Döktüm...Bitti...

Amsterdamlı bisikletler...

Sanırım içimdeki benden çıkıp benin içinde oluşanlardan bahsetmeliyim birazda.Gördüklerim ve o an içinde ilgilendiklerimden yada hala ilgi alanıma girmekte devam edenlerden.Bunlardan ilk başlangıcı daha sıcağı sıcağına gördüğüm birşey.
Bisikletler...
Aslında herzaman gördüğüm, bildiğim, basit,çocukluktan,büyüklükten,aitten birşey.Ama onlarla yaşamak,hayatı iki tekerlek üzerinde dolaşmak,ona hayat vermek,hayatları onun üzerinde taşımak...Bunları daha yeni gördüm diye sanırım,yazmak istedim.Hayat defterimde onlara da yer vermeliyim dedim.
Amsterdam da hayat bu bisikletlerin üzerinde geçiyor.Trafik derdi yok,trafik kazası yok,park etme derdi yok,benzin yok,para harcamak yok (belki tekerleği patlarsa,freni bozulursa vs.) Harika birşey bence,yaşamıma orda devam etme isteği uyandıran en önemli etken belkide.Neden bizde de yok dedirten birşey.Okadar güzel ki,insanlar bisikletilerini herşey için kullanıyorlar,çocuklarını taşıyorlar,onları kendilerine özgü süslüyorlar,gencinden yaşlısına kadar herkesin altında bir bisiklet.Yollar özel olarak onlar için düzenlenmiş,trafik ışıkları,yaya geçitleri,herşeyleri düşünülmüş.Peki ya bizde bu olabilirmi?Bu saatten sonra imkansız tabiki,kaldırımı bile olmayan yollarda bisiklet için yol açmak...
Hayatı çok rahat yaşıyorlar şu iki tekerlek sayesinde,gece mini elbisesiyle bardan çıkıp evine giden bayan,gündüz ayağında topuklularıyla işine gidiyor yine aynı bisikletle.
Bizde olmayıpta onlarda olan ve bizde de olmasını istediğim nadir şeylerden biri olsa gerek bu.Bizde olupta onlarda olmayanları ise çok fazla,sadece ulaşım rahatlığı bile dolduramaz bu boşluğu bana göre...

2 Kasım 2009 Pazartesi

Bilmeli miyim bu karışımın içinde hangi maddeler olduğunu?

Evet,nerde kalmıştık,aslında belkide daha başlamamıştık demeliyim.
Hayat burada bıraktığım yerde kalmadı,devam etti,şuan oturduğum sandalyeye kadar götürdü beni.Rahat mıyım?Hayır elbette değilim,benim olmayan bir dünyada,benim olmayan dört duvar arasında,benim olmayan bir sandalyenin tepesindeyim.Benim olanlarsa,henüz beklemedeler, yakın zamanı beklemekteler,tıpkı benim de beklediğim gibi,tıpkı benim de istediğim gibi...

Anlamak zor olmalı bu cümleleri,belki benim için de zor olmalı,kalan hayatıma geri döndüğümde hatırlamakta güçlük çekeceğim hayatı anlamak...Ama içindeyim şuan,yaşıyorum şuan,ama his etmiyorum şuan,istemiyorum şuan...

Biryerlerde bir yanlış olmalı,veya herşey doğru olmalı,ama hangisi olmalı,bilemiyorum.

Bekliyorum,doğru olan yakın geleceği,dışındayım şuan,yaşamıyorum şuan ve istiyorum şuan...
Yumdum gözlerimi...
...Yumulu gözkapaklarımın içindesin sevdiceğim
Yumulu gözkapaklarımın içinde şarkılar
Şimdi orada hiçbir şey yok senden önceme ait
Ve sana ait olmayan.
Göçebe hayata yerleşmek istiyorum.
Göçebe kıyafetlerimi giyip,
yerleşik evimde dünü beklemek istiyorum...
BANA 'BİR' GÜN GEREKİYORSA
O YARIN OLMALI;
HAYALİNİ KURMAK İÇİN,
O HAYALİN İÇİNDE YAŞAMAK İÇİN...

1 Kasım 2009 Pazar

Bir an'da,gelip henüz geçmeyenlerden...

Hani isyanım vardı zamana,
yetişemiyordum,yürüyemiyordum onunla
o hep öndeydi,bense geride kalan.
İsyanımdı ya,yine mutluydum da ama
onu takip etmeye,peşinden koşmaya alışıktım ben
onunla yaşıyordum,gerisinde ben
önümde o...
Çünkü hayat devam ediyordu
ve ben o hayatın içindeydim,mutlu...

Ve şimdi...
O hep istediğim şey vardı ya
hani ben kazanacaktım
geride kalan o olacaktı
önde gidense ben...
İşte oldu...
Ama okadar geride kaldı ki,
artık takip edecek kimsem yok
önüm açık
önüm bomboş
Hayat artık geride devam ediyor,
buradaysa sadece boşluk
bana yetiştiği an'a kadar koca bir boşluk,
hem hayatımda,
hem yüreğimde-
özlemle bekleyen...

6 Ocak 2009 Salı

Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.

29 Aralık 2008 Pazartesi

zaman-la eklenen kıvrımlar ve değişim...

Sorgulayan hayat,sorgulayan geçmiş,varolmamış gelecek,ve şimdi..
Şu dakikalarda nedir o kıvrımların arasında dolaşan sivri kulaklı yaratık?O kıvrımlar,o kendinden bezmiş,büzülmüş,girişi çıkışı belirsiz-yakalanamayan kıvrımlara nedir bu hayatı daha kıvrılmış hale getirten?Ritmik,bazen monoton bazen değişime ayak uyduran o çarpıntılara kadar inen şey.Kıvrımlardaki baş dönmesi; o çarpıntılara,bir yükseltip bir alçalan,bir büyüyüp bir küçülen balona hava verirken,birbirini kovalayan iki zaman dilimi de daireler çiziyor.
Değişim hep varolan şey,en büyük gerçek,en tartışmasız olanı..'Değişmez' derken hayat yalan söyler,onu dediği anda bile değişmiştir aslında birşeyler.O zaman dilimi,o zaman diliminin içindeki akrep ve yelkovanın bile birbirleri için duydukları açı değişmiştir.Öyleyse varolduğuna inandığım şeyler neden değişmesin ki?Onlar o kıvrımlar arasında dolaşan,sahip olduğum ama asla dizginleyemediğim şeyler,neden yolunu kaybetmesin ki?Sonu 4 odalı ''hayatlık''a çıkan o yoldan neden geri dönmesinlerki?
Sorgulayan geçmiş,dün yapamadıklarımı,bugün yapamayacaklarımı sorguluyor.Yarın belki de herşey şuanki gibi olmak zorunda olmayacak.
Bir film oynuyor gözlerimin önünde,kısa metraj,aralarda reklamlara rastlıyorum,hani şu öğüt verme bahanesiyle birilerini hayatımıza sokma güdüsü taşıyan türlerden.Kimi zaman aldanıyorum o reklamlara,film devam ettiğinde birsüre etkisi üzerimde oluyor,konsantre olamıyorum.Fakat o heyecanlı sahneler beni kendime getiriyor,sürüklüyor beni.Ve tam 'ya sonra' derken yeni bir reklam daha.Gel-gitler yaşıyorum bu kısa metraj film süresi boyunca.

sevgi üzerine...

Sevgi aynıydı heryerde;denize bakarken,toprağa basarken,hayatının başındaki kahkahaları dinlerken,5 sıcak teni parmaklarının arasında hisederken,ağzına sırayla lokmalar dizilirken,para isterken...
''hayatlık'' a doğru yol alırken,soluk alıp verirken ve yeni soluklar eklenirken,telefon beklerken-telefon ederken,sessizliğin içinde iki kalp atarken...Hep sevgi aynı yerde,kalpte.Bazen küçülür de görülmez bir hale gelir,fark edemezsin,bırakıp gitti dersin,ama o aslında oradadır,olması gerekendir,bir tozdur orada sadece,üflersin gider ve sonra ufak bir rüzgarda geri gelir,ama yine orada ve ''toz'' dur.Bazen de gökyüzü gibidir,alabildiğine büyük,her yanını sarmıştır.Üflesen üfleyemezsin,çekip kolundan götüremezsin,o hep soluduğun havadır.
Sevgi işte...
His aynı his,değişense paylaşmak istediklerimiz o sevgiyle.Kimiyle oyuncağımızı paylaşmak isteriz,kimiyle yemeğimizi,kimiyle sadece birkaç kelimedir o oan için paylaşmak istediğimiz,kimiyle anılarımız,hayallerimiz.Kimiyle doğuştan paylaşmışızdır kalbimizi,son nefesimizde bile hala aynıdır sevgimizin büyüklüğü,kimiyle ise konuşurken-konuşabilirken başlamışızdır paylaşmaya anılarımızı,hayallerimizi,yemeğimizi,belki oyuncağımızı,kelimelerimizi hatta cümlelerimizi,kalbimizi...Tüm hayatımızı...Ve artık sevgi ''aşk'' olmuştur...
Sevgi aynı sevgi...
Kalp aynı kalp...
Değişen tek şey paylaştıklarımız o sevgiyle
Ve sonunda ''aşk'' sevgiyi diğer sevgilerden ayrı kılan.