Düşünüyordum da (bu saatte düşünecek başka şey yokmuş gibi) mimar olmak böyle bir zaman-mekanda (böyle-yi açmama gerek yok,o birçoğumuz için 'böyle' bir yer)....iki sonucu olabilir galiba, ya görmekten sebep kafayi yiyecekmiş gibi sorunsallaştırma, ya da o sorunu çözümleme arzusu,-ki bu arzunun somuta dökümü... Ben sanırım ilk gruba girdim(sanirim niye dediysem,bal gibi ortada ikinci grup olmadığım,olamadığım) Görmek istemiyorum, bende mimar olmayan herkes gibi sadece mantolama yapılmış binaya 'aa negüzel binaa', rengarenk ışıkla rastgele aydınlatılmış parka 'aa negüzel aydınlatmışlar' diyebilsem ne olurdu sanki, daha huzurlu olmaz mıydım ki!!! Şimdiyse bütün dünya benim derdimmiş gibi ne bu asabiyet, hayıflanma, itiraz,kabullenemeyiş... Ha bir de bütün bu karşı çıkışlar içimde sadece, ağzımda tüm sinirim, peki ya nerde attığım adım? Boş işte, boşuna kendimi hırpalayış, duyurmaya calışmadıkça... Gece vakti düşündüm işte, herkesin kendi yarışında olup biteni izkediğini, ondan haber olduğunu, bihaberlerden farkı 'görüyor' olması olduğunu. Ve görmenin olumlu kısmını kimi yakalayıp huzura erişirken kiminin de söylenerek yerinde saydığını...
Hayatları birbirine karıştırmaktan bahsediyordu, uykusuzda okuduğum bir yazı. Okurken farkettim ki bende meltemlere ayrılmıştım, ayrılmaktı zaten amacım. Okuldaki meltem başrol oyuncusuyken, perkusyondaki meltem, A grubu arkadaşlarıyla olgun meltem, B grubu arkadaşlarıyla salak meltem, C grubu arkadaşlarıyla 'yaşayan' meltem, ailesinin yanında sessiz meltem, işinde ??? Meltem (tanımlanamayan) , Prag'da bambaşka bir meltem - o meltemi ben bile tanımıyorum şuan- Onlarca meltem taşıyordum içimde. Mutluydum parçalarımla yaşarken, dolucaydı hayatım, oturmak,susmak yoktu, kulaklarımda hep bir müzik, ayaklarım hep birbiri ardına kayıp giderkeeen... Bir baktım ki tek meltem oluvermişim, meltemlerimi kaybetmişim.. Tek meltem oluvermişim ama bütün meltemlerimle bir bütün amamışım, hepten farklı tek bir meltem oluvermişim. O parçalarımla yaşarken hep hayatlarımı birbirine bağlama gayreti içindeydim. Oysaki yazıda diyordu ki, maymun kimliğimizle bir şiir grubuna giremez, filizof kimliğimizle de partide takılamazdık. Kimliklerimiz birbirine karışmamalıydı, karıştığında anlamsız bir benle karşı karşıya kalırdık. Şiir grubumdakiler senin maymunluklarına gülemez, partidekiler senin filozofvari muhabbetinden sıkılırlardı. Doğrumu bilemiyorum ama ben zaten beceremedim birbirine karıştırmayı. Yaşam felsefem parçalardan oluşmak iken, bütünlüğümü sağlamış olmanın bocası içinde karışıverdim zamana. Bütüne vardım ben, parçalanmak isterken. Bu da olması gereken düzen, benim benim istemediğim, düzen içinde dağınık olmak istediğim. Tekrar bölünmek gibi bir şansım yok artık, fakat bu tek Meltem'in içine doldurabilirsem küçük parçaları, belki başarırım olmayı....
1 Ocak 2011 Cumartesi
Yalnızlığı kendinlelik gibi hisetmek,
uzaklara dalarken kendinle birlikte paylaşmak o an'ı...
Rüzgara kapılmak bazen,kendinlelikte bulmak devayı,
aslında bütün olmak, alfabesiz kalmamak hayatta...
Ben olmak işte, tüm 'benliğinle'
bizden öteye geçebilmek, kimi zaman birlikte kimi zaman kendinle...
Yeni güne, yeni yıla güneşle başladım:)) Bütün yıl en günesli, en keyifli günler bizimle olsun... Sevdiklerimle geçen bir gecenin sabahında, gecede olamayan sevdiklerimin diğer yarısı kalbimin öteki yarısındayken, HAYAT DEVAM EDİYOR,İYİ KÖTÜ YENİ BİR SENENİN BAŞINDAYKEN SONU İÇİN İÇİMİZDE ÜMİT TAŞIMAYA DEVAM... Uzun zaman sonra şu saatte hala yatağımda olabilmek, kendimi yataktan cıkmamaya zorlama geregi duymadan keyif yapmak,hihi ve bir yandan da bu keyfi blogumda paylaşmak güzelmiş:)) Eyy güneş, dün gece içkiyle ısınan içimizi bugün sen ısıt!!!
31 Aralık 2010 Cuma
Aciliyetlerden sıkıldım,hayatı 'acil' yaşarken kaçırdıklarımı, göremediklerimi, görüpte zamansızlıktan ertelediklerimi sonu gelen senede bırakıp, hepsini önümdeki seneye katmak istiyorum, umuyorum, inanıyorum, başaracağım.... Bitmedi.... Geçen senenin getiri-götürü, gelen senenin -eceklerinden bahsetmeden bu sene bitmez.... Gün içinde devam-umarım-
Gözleri çivili çocuk
Alüminyum ağacını süsledi
Hayli garipti ağacın hali
Çocuk aslında göremiyordu ki.
Tim Burton'ın yine aynı kitabından bir başka şiir. Kitapta şiirlerini çizimlerle desteklemiş ve bu videodaki karakter de aslında kitaptaki çiziminin animasyona dönüşümü. İlgimi çekti, uyumam gerekli ama Tim Burton videolarına takılmış durumdayım=))
Akşam yemekleri harikulad
İstridye ve balık güveç,dumanı üstünde
Damar ziyafetin tadını çıkarıyordu ki
Gelin içinden bir dilek diledi
Dileği gerçekleşti-bir bebek dünyaya getirdi.
Ama bu ufaklık bir insan mıydı?
Şey.
belki.
Ellerde ayaklarda on parmak
Kafası çalışıyor,gözleri de sağlam
İşitiyor,hissediyor da
Ama normal mi?
Pek sanmam.
Bu olağandışı doğum,bu hilkat garibesi
Kötü talihlerinin başı,sonu ve özetiydi
Kadın doktora bağırdı:
''Benim çocuğum olamaz bu.
Üzerinde okyanus,yosun,tuzlu su kokusu.''
''Kendinizi şanslı sayın,daha geçen hafta
rastladım üç kulaklıve gagalı bir kıza.
Oğlunuz yarı-istridye diye
beni suçlayamazsınız.
Deniz kenarında bir eve
taşınmaya ne dersiniz?''
Uygun bir isim bulamayınca
Ona Sam dediler sadece,Yda bazen
''Şu garip şey,hani benzeyen midyeye''
Akıllarda aynı soru,kimse cesaret edemiyor sormaya
İstridye Çocuk kabuğundan nezaman çıkacak acaba?
Thompson dördüzleri bir gün onu uzaktan gözlerken
''Midyeee'' diye bağırıp sıvıştılar hemen
Bir bahar öğle sonrası
Dışarıda unutuldu Sam ve yağmura yakalandı
Seaview ve Main'in köşesinde
Oturup izledi yağmur sularının
kanalizasyona akışını
Annesiyse emniyet şeridinde
Durmuş arabayı yumrukluyordu
İçinde büyüyen kederi
Hüsranı
Acıyı
Kontrol edemiyordu
Dedi ki''Gerçekten hayatım,
dalga geçmek değil niyetim
ama bir şey balık gibi kokuyor
ve bu oğlumuz korkarım.
Bunu söylemek istemezdim,ama yapmalıyım biliyorsun
Yataktaki sorunların için oğlumuzu suçluyorsun.''
Merhemler,kremler
Herşeyi kıpkırmıı yapan.
İksirler,losyonlar
Kurşunlu karışımlar
Denemediği şey kalmadı
Ağrılar çekip kanatana kadar kaşındı
Doktor teşhisi koydu
''Emin olamam ama
belkide derdinizin dermanı,onun kaynağında.
İstridye cinsel gücü arttırır derler
Oülunuzu yerseniz,az gelir size saatler!''
Adam parmak uçlarında yaklaştı
Sinsice odaya daldı
Alnında ter
Dilinde yalan vardı
''Evlat burnumu sokmak istemem ama mutlu musun?
Hiç cenneti düşlemiyor musun?
Ölmeyi içinden geçirmiyor musun?''
Sam gözlerini kırptı
Ama ses çıkarmadı
Babası kravatını gevşetip,bıçağını kavradı
Tutup kaldırınca oğlunu
Sam ceketine damladı
Dayayınca ağzını kabuklara
Kayıverdi boğazından aşağı
Çabucak gömdüler Sam'i deniz kıyısına
-bir damla gözyaşı,bir nefes dua-
Eve çoktan dönmüşlerdi sabah olduğunda
Tahta parçalarından bir haç mezarın başında
Kuma yazılmış bir temenni
''Kurtarır İsa''
Ama silindi hatırası
Kıyıya vuran ilg dalgayla.
Evde rahat yataklarında
Öptü karısını ve dedi ona:
''Haydı bir deneyelim.''
''Ama bu kez'' fısıldadı kadın,''bir kız dileyelim.''
Etkisinde kalarak,okumaya devam etmekte olduğum kitaptan bir bölümü paylaşmak istedim. Tim Burton yine herzaman ki gibi yapmış yapacağını,insan olmadığını,bu dünya üzerinde yaşayan ne olduğunu anlayamadığımız bir canlı olduğunu bir kez daha göstermiş bize. Filmlerini büyük bir ilgilyle takip ettiğim, yenilerini sabırsızlıkla beklediğim ve gerçekten yazarlığını-yönetmenliğini takdir ettiğim Burton'ın bu şiir kitabını isminden ve dolayısıyla Tim Burton imzası taşımasından dolayı merak ederek okumaya başladım. Karakterlerin hepsi sıradışı, ama ortak noktaları var, insan gibi düşünmek,insan gibi hissetmek. Nasıl bir canlı olurlarsa olsunlar insani yanları muhakkak var.
Küçük hikayelerden oluşuyor kitap,şiirleri okumaya başlayınca kendimi o dünyanın etkisi altına girmiş gibi hissettim. Ve bu yukarda yazdığım ise ana karakter,kitabın ismini aldığı karakter. En çok bu hikaye beni etkiledi,istridye çocuğun bu şekilde ölümünü beklemiyordum belkide.Hep iyi sonlar bekleriz ya, hele de bu tip çocuksu,şiirsel kitapta insan mutlu son olacağına kendini inandırıyor.Ama bu hikaye öyle bitmedi...
Neyse,ben yatağıma geçip birkaç bölüm daha okuyacağım....
İyi geceler bana,sana,bize...
27 Aralık 2010 Pazartesi
Hasta olup yatasım var,biryere gidemeyecek kadar olasım var. Dinlenmek için elimdeki tek şansın -ki ona şans denir mi- hasta olup yatağa düşmek olması ne acınası, trajikomik bir durum!!! Hayatimda iki kez yatağa düşecek duruma geldim, biri ödemişte proje gezisine, diğeride Kapadokyada workshop gezisine denk geldi. Ama masabaşı oturup kara duvara bakarken denk gelmez iste... Yine bir gezi planı yapıpta kandırsammı kendimi de bi hastalık izni versem kendime??? Amaç işten kaytarmak değil, amaç kendi içimdeki hasta ruhlu ev hanımlığından kaçmak. Başka türlü izin kullanamayacak bedenim, hasta ruh hastalığından kurtulmadıkça. Enazından bi gripcik olayım, h.sonuna da denk gelse olur, yatsam elimde sümüklü mendillerimle. Ama yok işte, hep ucundan dönüyorum, ki o daha kötü, halsiz halde bütün gün konsantre olma çabası vermek... Çizmeye devam... Ne olurdu şu renkli çizgiler yuvarlanıverseler,aralarını dolduruverseler, resme dönüşüverseler? Üçüncü boyuta geçmek istiyorum, ikinci boyutta tıkıldım kaldım...
22 Aralık 2010 Çarşamba
20 Aralık 2010 Pazartesi
Tüme varamayacağım galiba, tümden mi gelmek gerek acaba?
17 Aralık 2010 Cuma
Ben miyim problem eden,
yoksa dünyanın problemi mi benim???
Dün akşam saat 21.30 sularında,hala ofiste olup ama bundan hiç gocunmadan, yorgunluk bile hisetmeden çalışılabildiği andaki üretimimiz:)
Uykusuzluktan gözlerimizin altı mosmorken hala yapılacak yığınla işin olduğu o üniversite yıllarında keyfini süremedim-k ..Oysaki gerçek hayatın o uykusuz ama canlı hayattan daha sıkıcı olduğunu, o dönemler bitipte yerini kölelik aldığında farkettim. Değerini bilemedim, ama dün akşam kesinlikle çok keyif aldım yaptığım şeyden. Ve ilk kez herkesin çayını alıp tv karşısına geçtiği saatte ben hala ofiste çalışıyor olduğum için söylenmedim içimden, saymadım kaderime:) Bana bir taş oldu kafama düşüpte işte bu dediğim. İşte bu!!! Ben üretmek için varım, ben tasarlamak için varım, ben güzelleştirmek için varım, ben kendim adına tüm bunları yapıp kendi iç huzuruma erişmek için varım...
Yapacağımda, hayat aynı sandalyenin üstünde kapkara geçmeyecek elbette...
Masamdaki minik arkadaşlarım da olmasa kendimi kaybedeceğim bu autocadin içinde:)) Onlar benim yoldaşlarım, sıkıldığım ve günün ilerleyen saatlerinde kararan havayla dışarıyı izleyemememin tek eğlencesi:))
Bazen kendilerini klavyenin tepesinde, bazen ojelerimin arasinda, bazende masaya açılan A0 paftalar yüzünden yerde bulsalar da, mecburen benimleler:)
Yeni bir seneye girmemize kisa bir zaman kaldi. Busefer hüzünlü değilim, zaman ne çabuk geçiyor gibi bir yorum yapamayacağım. Çünkü uzun bir sene oldu benim için, hakkını vermeli.
Seneye hiç alakam olmayan, hiç tanımadığım insanlarla hiç tanımadığım biryerde girmiştim... Prag'da.... Sanki üzerinden seneler geçmiş gibi. Dönüşüm için dört gözle beklerken, dönmemle kendimi ne olduğunu bile anlayamadığım bir kosturmacanın içinde buldum. İş aradım, iş degiştirdim, yüksek lisans derslerimi bitirdim, sözlendim, nişanlandım, hatta evlendim:))
Yani oldukça dolu, olması gerektiği kadar uzunlukta, hatta belkide daha da uzun bir seneyi atlattim, sayılır hala bitmedi:))
Yoruldum, kendime yakıştıramadığım şekilde bunaldım... Ama sonucu: kendi evimde kendi yemeğimi yapıyorum, iki kişilik bir hayat yaşıyorum, özlüyorum, eve gitmek için sabırsızlaniyorum....
Yeni sene ne getirecek busefer gerçekten bilmiyorum. Hep olacaklar planlıydı benim için, ne istediğimi veya neyi istemediğimi bildim hep. Ama şimdi bilmiyorum. Nerede çalışıyor olacağım, nerede yaşıyor olacağım, ne iş yapıyor olacagım, tatilim olacak mı, tezimi bitirecek miyim yoksa bırakacak mıyım:S Hepsi muallak benim için.. Ama kesin olan bir şey var, o da evli olmaya devam edecek olmam:))
Ofiste hayallerim muhabbeti yapmak için vakit kısıtlı, bukadar yazmakla yetinmeliyim şimdilik...
Yine güneşli bir gün, tatil havasında takılıyorum güneş tam karşımdan bana gülümserken.... Haydi devam çizmeye :))
1 Aralık 2010 Çarşamba
Tam onu kaybettiğini sandığın, vazgeçtiğin anda alevli tepside önüne sunulabilirmi? Galiba... :)))
30 Kasım 2010 Salı
'Sıkıldım sıkıldım uçmak istiyorum.' İçimden her sıkıldığımı söylediğimde devamı bu şarkının sözleriyle gelir. Ve çoğunlukla da gerçekten uçmak isterim o an,tıpkı şuan olduğu gibi. Uçmak istiyorum, kanatlanip o boşluğa salıvermek istiyorum kendimi. Dünyayı vaziyet plani gibi görmek istiyorum. Giriş çıkışları, yolları,mekanların birbiriyle olan ilişkisi,ve insanların birbirine olan yabancılığı-dostluğu... Bazen sanki ruhumla inanırsam, o güce ulaşırsam gerçekten ayaklarım yerden kesilebilirmiş gibi gelir. Hatta düşünce gücümle odaklanmaya çalışırim, kanatlarım alsın götürsün beni,kacırsın beni düsüncelerimden,düsündürtenlerden... Hayalini kurarim bulutların üzerinde bütün yorgunluğumu attığımı,kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadan,zaman-mekan bilmeden yalnızca kendim için varolduğumu... Tabi sonra bu süreç çok kısadır, aldığı yere geri bırakır beni hayallerim. Birkez daha başaramamışımdır kanatlanmayı... Yine koltuğumda,çizimin başımda,elim mausta,bakmaya devam vaziyet planına ekrandan....
Haftasonu,benim için uzun zamandır ihtiyaç duyduğum ve ilaç gibi gelen bu sergiye katıldım. Kesinlikle harika bir sergiydi. Tasarım zaten hayatımın vazgeçilmezi, belki tasarlayan olma yolunda çok çabam olmuyor ama yapılanları büyük bir keyif ve istekle izliyorum.
Yine her sergi sonrası olduğum gibi yine büyük bir 'bende yapabilirim,yapacağım' arzusu uyandı içimde. İçimde istek ve kendime güven geldi. Ve yine kendimi sorgulama...Ben niye yerimde sayıyorum, bende sanatçı kökenli bir mesleğin sahibiyim, elimde belki az belki çok yetenek de var,niye ben yokum onların arasında? Tembellik..tek sebep bu...
Sadece yağlı boya tablolardan ibaret,bilindik teknikler klasikleşmiş sanat görmek çok beni etkilemiyor. O tarz sergilerden de keyif almıyorum. Belki yanlış yapıyorum, ayrım yapmamalıyım ama ben gerçekten birşeyler yaratanı seviyorum. Olmayanı yakalayanı, benim göremediklerimi göreni...Ve bu sergi de bana bunları gösterdi. Neleri kullanarak neler yapabileceğimi gördüm,ufkumu genişletti.İyi de etti..
Uzak kalamayacağımı, ne mimarlıktan ne tasarımdan ne de sanattan, daha iyi anladım. Yapmasamda, yapabileceğim düşüncesi, içimde yarattığı kıpırtı bile harika bir his. Kafamda şimşekler çaktı her birine baktığımda. Bir an evvel kendime boş vakit yaratıp biryerlerden başlama isteği yarattı içimde.
Artık görüyorum ki resim,heykel ve yeni yeni çıkan ismini bilemediğim sanat dalları, artık hiçbirisi eski 'sanat para etmez' sözünü doğrulamıyor. Artık sanat gerçekten para ediyor. Sergide bunu da doğrulamış olduk. Binlerce TL ye onlarca eser satıldı. Ve okadar edermiydi dedirtti bana! Emek tabiki karşılık bulmalı ama karşılığı bukadar fazla olabiliyormu emeğin? Öyleyse biz niye mimar olduk!!Okadar emek verdik,veriyoruz, hani nerede bunun karşılığı? Bir ressam olsam, sene de 1 tane tablo yapsam ve satsam, bütün sene boş gezsem, daha mı iyiydi? Dengesi yok bunun herhalde. Biraz şans, biraz zeka, biraz da çaba....
29 Kasım 2010 Pazartesi
Keşke Sihirli annem dizisindeki gibi, istediğim an çevremdekileri dondurabilsem. Zaman yerinde saymasa ama onlar uyanınca hiçbir şey olmamış gibi, zamana kaldıkları yerden devam etseler. Bunu neden mi istiyorum, çok uykum var ve biraz kestirmezsem donup kalan ben olacağım!!!
26 Kasım 2010 Cuma
Artık tahammülsüz olmaya başladım galiba. Ve artık içime sinmemekten kaynaklı kölelikten terfi etme başarısını göstermeye başladım. Görmezden gelebilmeyi öğrenebiliyorum yavaş yavaş. Böyle devam edebilmeliyim hayata, yorgun bir beyin çok yol kat edemez, onu özgür bırakabilmeliyim...
''It's difficult to say what is impossible,
for the dream of yesterday is the hope of today
and the reality of tomorrow.''