6 Ağustos 2011 Cumartesi

Doldursam beyaz sayfalarımı,
uçak yapar gezerim diyar diyar.
Kimi zaman gemiye dönüşür köşelerim,
kimi zaman buruşur basket topuna dönüşür,
atılır bir köşeye,geri dönüşümlü.
Dönüşür de zaten,
uçacağı yeni diyarlara hazırlanır.
Birazcık rötüş,
belki biraz kesim.
Canlandırıverir sayfalarımı.
Ve tabi bolca da kelimelerim.

8 Temmuz 2011 Cuma

Bir günbatımında kesişti yollarımız.
Ben gecenin kıpır kıpır yakamozu, sen gündüzün ürkek gölgesi…
Hergün olduğu gibi, ikimiz de aya döneceğiz sırtımızı.. Sen karardıkça ben ışıl ışıl parlayacağım.
İnsanlar korkacaklar seni gördüklerinde, toplanacaklar sahilde beni seyretmeye.
 Sen karartırken siluetleri, ben aydınlatacağım karanlık denizleri…
Ben dans edeceğim havadaki ritmle, sen ise savrulacaksın sarhoş insanların arkasında her yöne…
Dedim ya, ben kıpır kıpır yakamozum diye
İnsanlar beni sevecekler, şiirler yazacaklar benim üzerime…
Kara gölge diye bahsedecekler senin için de…
Bir gün doğumunda ayrılacak yollarımız.
Sen ürkek haline bürünürken, ben yok olacağım yeryüzünden.
Güneş nedir bilmeden, ay ile güneşleneceğim…
Sen ise güneş ile serinlerken, ay ile güçleneceksin….

7 Temmuz 2011 Perşembe

Minyatür Aşık


Küçüktü o, küçücüktü, yetişemezdi o önündeki kilometrelerce yola.  Yaprak tozlarından şemsiyesi vardı, ağaç köklerinden ayakkabısı…
Koşardı karınca misali, yolun sonundaki gelincik saçlı sevgilisine ulaşmak için. Daha gidecek çok yolu vardı, gözü yoldaki çakılları görmezdi, alev saçlardı yalnızca gördüğü…
Gözbebekleri alev alevdi, Onunla kaplanmıştı. Biliyordu, bitecekti bu vuslat, gelincik saçlı yari de bekleyecekti,  söz vermişti. .
Zorluydu önünde uzanan saman yığınlarını aşmak, halatın diğer tarafına geçmek. Ama inanıyordu, başaracaktı, çünkü o minyatür aşıktı…Hayat ona devaynası iken, o minyatür kalbinde büyütmüştü devini…

5 Temmuz 2011 Salı

Bu sakinliği özleyeceğim, barbaros bulvarının o yüksek desibeline rağmen bu kuş cıvıltılarına maruz kalmış huzurun içinden yürümeyi özleyeceğim.
Ama tezden kurtulduğum zaman :))
Uzun zamandır içimde yaşattığım imbat kadar haşin, ve bundan sonra ki imbat kadar huzurlu, mis kokulu rüzgarın kımıldattığı ağaçların hışırtısıyla ruhumu boşa çıkarmak, meşguliyetini bir süreliğine nöbet değişmek... İşte şuan yaptığım bu...
Ne güzel bir gün, çünkü hissediyorum tenimdeki o sıcaklığı, yüzümdeki o serinliği...
Yol almak vaktidir, kararlı zamanla bir olup, ufak adımlarla ilerlemenin...

26+1


İYİ Kİ DOĞDUM.
HİSEDİYORSAM VARIM,
VARLIĞIMLA MUTLUYUM,
VARLIĞIMLA YAŞLANIYORUM,
YAŞLANDIKÇA DAHA DA VAR OLUYORUM,
ZAMANIN İÇİNDE,YAŞAMIN BİR KÖŞESİNDE...
BEN BURDAYIM İŞTE....


4 Temmuz 2011 Pazartesi

Doğumumun 9860. Gününde 1 den başlamak...

Doğum günüme az kaldı. Ve ben bu sene digerlerinden farklı olarak yeniden dogmak istiyorum. Her sene yaşıma yaş katarken, bu sene sıfırdan başlamak istiyorum. Reset olmuş kafayla, yeni yürümeye başlamış bedenle atmak istiyorum ilk kahkahalarımı. Bu sebeple de burada artık şikayetlerimi, umutsuzluklarımı yazmamaya çalışacağım (öyle umuyorum). Yarın benim için yeni bir başlangıç olmalı, ve bu başlangıcı yaparken daha az kelimelere dökmeliyim içimdeki olumsuzlukları. Çünkü ben bunları kelimelere dökmeye, o kelimelerle cümleler kurmaya ve paragraflar oluşturmaya başladığım zaman bu hale geldim. Büyüdü hepsi, belki zaten büyümeliydi ama büyütmemek yok etmek görmemek benim elimdeydi. Ve şimdi geçte olsa görmemeyi başarmak için ilk adımım bu olmalı. Bundan sonra güzel seyler düşünmek,güzel şeylerden bahsetmek ve bunlar sonucunda güzel şeyler yaşamak istiyorum.
Başarabilecek miyim?
İstersem başarırım.
Şimdiye kadar hep ben istediğim için yaşamadım mı herşeyi zaten!!!
Doğumgünüme saatler kaldı, ve ben doğumuma hazırım...

3 Temmuz 2011 Pazar

Bir arkadaşımı evlendirdim bu akşam. İlk defa yakın bir arkadaşımın evlenmesinden midir bilmem,aşırı duygusallaştım. Belki evliliği ilişkimizde en ufak bir şey değiştirmeyecek, hatta belki daha fazla görüşeceğiz kim bilir...Ama bendeki etkisi çok büyük oldu, bütün anılarım yoğun bir şekilde kafamın içinde şişmeye başladılar. Çocukluğum, ergenlik çağlarım, hepsine büyük bir özlemle baktım gözümün önünden geçerlerken. Evet etkisi bu oldu, hayatın geçip gidiyor olduğunu, yaşlanıyor olduğumuzu ve hiçbir şeyin bir önceki gibi olmadığını yine hissettim, hem de çok yoğun bir şekilde.
Keşke diyorum, bir zaman makinası olsaydı, istediğimiz an istediğimiz zamana gidebilseydik. 1 saatliğine sadece, başka bir şey istemezdim. 1 saat için o balkonda oturmuş hoşlandığı çocuğu seyreden halime dönseydim, o koltukta oturmuş Vahşi güzeli izleyen halime dönseydim, o ağacın dibinde yıllar sonra bulunmak üzere demiz para gömen halime dönseydim, Gebze'ye bile dönseydim o 1 saat....
Geçmişle yaşamak çok acı, yorucu, ve vakit kaybı...biliyorum bunları. Ama hayatın hızlı bir şekilde geçmesini kabullenemiyorum. Daha dün elele okula gittiğim arkadaşım, bugün bir başkasının elini ömür boyu tutmak için imza attı. Onu kaybetmedim, zaten hayat yollarımızı uzun zaman önce ayırmıştı, ama kalplerimiz birdi,yerimiz hep aynıydı. Bundan sonra da bu değişmeyecek tabiki, ama işte eskiye ait şeylerin tamamen geri dönüşü olmayacak şekilde değişiyor olması beni umutsuzlandırıyor. Sanki istediğim an o zaman makinasına atlayıp gidebilme ümidi taşıyormuş gibiyim. Ama geri döndüğümde bulacaklarım da gittiği zaman artık anılarım da yerinde kalmazsa diye korkuyorum...
Büyük değişimler için yanıp tutuşurken, olağan değişimleri kabullenemiyorum, ne büyük tezattır!!! Hayatıma sıfırdan başlayacak kadar cesurum, ama daha önce yaşadığım hayattan kopamayacak kadar da korkak....

30 Haziran 2011 Perşembe

Hala kafama taş düşmesini bekliyorum…
2 haftada bir,bazen ayda bir tezi görüşmeye geldiğim hocam bile bendeki bu büyük değişimi fark ettiyse, ve beni teselli etmeye çalışıyorsa, beni eski halime döndürmek için terapiler düzenliyorsa.. ben gerçekten artık buna bir dur demeliyim. Hayır, dur diyeceğim şey hocamın terapileri değil tabiî ki de, ama dur demem gerekeni durdurduğum zaman zaten o terapiler de son bulacak. Ve ben hala o kocaman taşı bekliyorum, şu kalın kafama ancak dank eder diyorum.

28 Haziran 2011 Salı

Söylenerek şikayet ederek bir günü daha geride bıraktım. Ama haksız mıyım şikayetlerimde, kullanılmayı kabul edip hayatıma mutlu mesut devam mı etmeliydim? Olmuyor işte, beyin felci geçirmem lazım düşünmemek için.
'Özel sektör, böyke işte' deyip geçenlere çok kızıyorum, onlar yüzünden eziliyoruz biz. Ve ben bu şekilde devam edemiyorum. 3-5 tane insana değer veren yer varsa da onlardan birini bulacağım elbet. O olmazsa her hafta sayısal oynayacağım, para çıksın da kendi işimi açayım diye, o da olmazsa... aramaya devam edeceğim, hayatım bu arayışla geçecek belki.. Enazından bir umut var işte.

24 Haziran 2011 Cuma

Mezun olduğumdan beri ilk kez okulu gerçekten özledim. Baktığım her köşesine ait bir anım var. Tatile girmiş,sessiz,boş ama benim gözümde o öyle kalabalıkki şuan. Tekrar lisans günlerime dönmek istermiydim; evet,busefer evet. O sabahlamaya, uykusuzluğa, bunalıma, strese razıydım. Enazından gerçek dünyadan uzaktım, daha renkli bir hayalin içindeydim. Evet renkliydi hayatım, kurduğum hayallerim, umutlarım. Ben sanatçı bir meslek seçmiştim, mezun olunca sanatın içinde olacaktım. Ama büyük hayalkırıklığı. Sanat mı? Kendi fikirlerini zorla dayattıran, sana düşünme yetkisi vermeyen , ruhsuz, tekrar, birçok kez beton yığınından farksız tasarımlarla gözlerimizi kapatan bir hayatın içinde buldum kendimi. Bırak sanat yapmayı, sanatı izleyecek vakit bile bırakılmıyorki!!! Mimarlığın hayat felsefesi, yaşam şekli olduğunu savunanlara, 'kölelikmi, robot olmakmı sizin hayat felsefeniz' demek istiyorum..
Neyse mesleğime sövmek için başlamadım yazmaya.
Duygulandım, agaçları daha da kapamış bankların üstünü, özlemişim altında oturmayı. Ama busefer tek başımayım,artık... Çok başıma olduğum, olabildiğim,olmayı sevdiğim zamanlarımdı o günler. Şimdiyse çoğunlukla tek başımayım, gittikçe daha da fazla. Uzaklaşıyorum,kopuyorum insanlardan, ama sebebi benim,ve bu sebebe de kızıyorum,yani kendime. Bana en çok okulu özleten sebep de bu zaten, ben kendimi özlüyorum, yaşamayı seven, herşeyi yapmaya cesareti ve isteği olan beni. Bir anda yaşlandım, 1.5 sene geçti o halimden ama ben 10 sene yaşlandım...
Zamanı geri almanın yolu yok mu? Artık istiyorum, eskiye dönüp bu süreci daha da uzatabilmeyi...
Neyse, okulda olmak çok güzeldi,biraz daha tadını çıkaracağım.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Bazen duygularimi kendime ve dış dünyaya kapatabilmek istiyorum. Bir düğme olsa ve ben onu 'off' konumuna getirdiğimde hiçbir şey hisetmesem.
Evet, bukadar duygusal olmaktan hoslanmıyorum. Bir ara aşmıştım bunu, iyi duygulara açık ama kötülere kapalı olmayı başarmıştım. Ama şimdi yine başa döndüm.
En çokta hayatımdan çıkan şeylere duygulanıyorum. Birlikte iş yaptığım insanların bile gitmesine bukadar duygulanırken ben nasıl baş ederim ki bu hayatla? Herzaman gidecekler olacak, ki bundan çok daha yer etmiş insanlar çıkacak hayatımdan, belki isteyerek belki istemeyerek. Ve ben hiçbir şeye hazır değilim. Bir yandan çekip gidebilecek kadar cesaretliyken, biryandan da bırakıp gidenlerden korkuyorum...

21 Haziran 2011 Salı

Gıcık mıyım gıcık oluyorum?

losstime'ın mimine cevap olsun,okurken evet evet diye tik attım maddelerine, bende sıraladım kendi içimde, mimlenince bunları sesli ifade etmek iyi olacak galiba =)

-Sanki dört kulak dinlemek zorundaymışım gibi mırıl mırıl konuşup, duymadığımda tepki gösterenlere

-Herşeyden şikayet edenlere (bende biraz şikayetçiyim ama ciddi konularda, kastım yemekten,müzikten vb. hiçbir şeyden memnun olmayanlar)

-Yanıma oturanın, önümde yürüyenin, otobüs durağında bekleyenin, minibüs şoförünün yanındakileri düşünmeden sigarasını tüttürmesine,

-Ve yine yanımda kulaklıkla bangır bangır müzik dinleyene,

-Otobüste, yazın çöl sıcağında bile bütün camları kapattıranlara,

-Yapmacık canım-cicimli konuşmalara,

-Kadına insan yerine 'eşya'(biraz kibarlaştırdım) muamelesi gösteren erkeklere (bknz. Öyle Bir Geçer Zamanki-Ali Kaptan)

-Amaçsız insanlara (bana noluyosa ama gıcık oluyorum işte,belkide hergün çok yakınımda bir tanesiyle burun burunayım diye batıyordur =)

-Bütün gün gezip tozup,otobüste yer verilmeyince 'gençlerde hiç saygı yok' diye söylenen yaşlı teyzelere,

-Köle gibi, çok emek az parayla çalıştıran patronlara,

-Havadan sahip olanlara (bunda biraz kıskançlık payı da var tabi)

-Öğrenmeye ve eleştiriye hiç gelemeyen insanlara,

-Aldığı şeyi yerine koymayan, döktüğünü toplamayan,pislettiğini temizlemeyen insanlara,

-Konuşurken karşımdakinin tepki vermemesine,ya da tam sözümün ortasında alakasız birşeyden bahsetmesine,kısacası lafımın kesilmesine,(ama gıcık olduğumu kimse bilmez)

-Düzensizliğe,

-Yağmur+rüzgar karışımına,

-Otobüste tanımadığım birinin bana hayat hikayesi anlatmasına,

-Arabada, sıcağın altında ter içinde kalmış halde yürürken, yorgunluktan ölüyorken zorla muhabbet etmek isteyenlere (o anlarda konuşmaktan nefret ederim,asabi olurum biraz),

-Kullandığım bütün bilgisayarların kısa süre sonra aşırı yavaşlamasına,

-Autocad'in çizimin ortasında 'fatal error' verip kapanmasına,

-Trafiğe,

-Otobüslerin vaktinde gelmemesine,

-Sürekli işinden şikayet eden halime =)

-Laf atan, hiç kız görmemiş gibi bakan erkeklere,

-Beklemeye,bekletince de kendime,

çok gıcık oluyorum =)

Epey gıcık olduğum şey varmış. Her gün içimden en az 2-3 kez ''....ya gıcık oluyorum'' diye bir cümle geçer ama daha önce liste yapmamıştım bununla ilgili. Her gün karşılaştıklarımdı bu saydıklarım, ve daha bu gıcık olduğum şeylerin yarısı bile değil, sorunlu muyum acaba? Veya gıcık mıyım acaba =)

14 Haziran 2011 Salı

Gözlerimi kapattım,
ve bir an orada oldum, o insanların yanında.
Mutlu idim, sorgulamıyor idim, berisi vardı ötesi yoktu.
Gençlik...
Umutlarım yüksekti, hayallerim genişti, cesaretim yeterinceydi...
Büyüktü yaşadıklarımız,
Herkesten önemliydi birbirimize anlatacaklarımız.
Sabahları erkenden yola çıkmanın işkence olmadığı zamanlardı o zamanlar.
Bazen iki kişiydik, bazen bir düzine
o toprak yollardan yaklaşırken yavaş adımlarla
ama hızlı geçen zamanla.
Bir an gözlerim o günleri gördü, o anları yaşadı.
Ve açıldığında o toprak yolun sonuna gelmiş,
karşısında o çizgi topluluğuyla karşı karşıyaydı :(

13 Haziran 2011 Pazartesi

Hayat alır,
hayattan beklerken...
Bir yanımız ceylanların sektiği yeşiller,
diğer yanımız korkularımız, mutsuzluklarımızla dalgalanmış bir havuzken...
Nedir ardımızdan bizi itekleyen
de şu dünyanın 10 çirkini içinde 1 güzeli için yaşama güneş düşüren??
Uyuyarak harcanan vakte acıyorum. Günün üçte birinin hareketsiz, duygusuz ve sessiz geçmesi nekadar büyük kayıp. Oysaki hayat okadar uzun değil ki, avuçlarımıza dünyayı sığdıracak kadar.
Uyumadan yaşayabilme vaadi istiyorum, oyum kesinlikle onundur...

10 Haziran 2011 Cuma

Sahip olmak için yaşıyoruz hep, yaşam da çalışmaktan ibaret olduğuna göre; sahip olmak için çalışıyoruz. Ev- araba sahibi olmak için, eşyaya sahip olmak için, mevki sahibi olmak için, saygı sahibi olmak için, şöhret sahibi olmak için, hayalini kurduğumuz hayata sahip olmak için ve o hayata sahip olunca daha fazlasına sahip olmak için. Ama sahip olma derdiyle çabalarken, zamana sahip olma fırsatımızı kaybediyoruz. Zaman gözümüzün önünde geçip giderken, biz o zamanı hisetmeden sahip olacaklarımıza bakıyoruz. Ama neye yarar ki, yaşayamadıktan sonra?

7 Haziran 2011 Salı

Küçük sırlardaki ( evet o gereksiz diziyi bende izliyorum,beni strese sokmayan,germeyen tek dizi olduğu icin) Arzu gibi hisediyorum kendimi bazen,
bazen coğunlukla, bazen bazen.
O sevgilisine kıskançlığından kafayı sıyırırken, ben hayata kıskançlığımdan sıyıracağım.
Öyle hisediyorum bazen,
bazen cogunlukla, bazen herzaman.

6 Haziran 2011 Pazartesi

Kaybedenler Kulübünden



- Yaşlı bir kızılderili ne kadar yanılabilir?
– Bazen yanılabilir
– Bazen susar
– Bazen konuşmak ister
– Bazen dinlemek ister
– Bazen yalnız kalmak ister
– Bazen arkadaş ister
– Bazen gitmek ister
– Gider bazen
– Bazen gidemez
– Bazen hiç gidememekten korkar
– Bazıları sonsuz neşeye doğar
– Bazıları sonsuz geceye
– Bazen ölürsün
– Bazen ölemezsin, bazen bütün koşullar uygunken bile ölemezsin
– Bazen kendinden uzaklaşmak ister insan
– Bazen gidersin, sırf dönebilmek için
– Bazen ağlarsın bayağı
– Bazen ağlayamıyorsun bayağı bayağı…
- Bazen içiyorsun, bazen çok ama çok fazla içmek istiyorsun da bazen sen zaten içmeye gidiyorsun
Kararsızlıkmış mutsuz eden. En kötü karar bile kararsızlıktan daha iyiymiş. Çünkü kötü karar içini bir kez kemirirken, kararsızlık hayat boyu kemirirmiş...

1 Haziran 2011 Çarşamba

Uzun zaman sonra Sezen Aksu ile buluşmak güzel oldu benim için. Son zamanlarda beni ruhumdan etkileyen bir şarkı,favorim,paylaşmak istedim...

26 Mayıs 2011 Perşembe

Kuş sesleri..
Çimen kokusu...
Tek isteğim bu.
Çimenlere uzanıp, gözlerimi kapatmak ve ruhumu serbest bırakmak...
Yerçekimini ters çevirip uzaklaşmak ne varsa yeryüzünde... Herşeyden hem de, üzerimde tek bir ağırlık olmadan...

Çok şey mi istiyorum???
Baş ağrısı, mide bulantısı, bazı bazı baş dönmesi,  gerilim ve korku dolu rüyalar, kafada bir tek 'iş' düşüncesi, ağır sorumluluk, yorgunluk,bunalım, sıkıntı, stres, umutsuzluk, bekleyiş-bitmeyiş...Bütün bu duyguları 'iş' yaşatabilir mi insana? Hayret ediyorum, kendime ediyorum, işin hayatımı ele geçirmesine izin verdiğim için.

Aptallık..

Soru   : Karşılığını almadan kölelik yapan aptala ne denir?
Cevap: Mimar...

Zaten karşılığını alsak adı 'kölelik' olmazdı...

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Uyuyamıyorum... Rahatım yerinde, gündüzün yoğunluğuna rağmen kafam uzun zamandır olmadığım kadar rahat... Evet rahat, birçok düşünceye kapadım kendimi, uçağa bindiğim anda.İstemeden oldu, zaten istesem beceremezdim bu kadar, kafamdaki abuk subuk düşünceleri atmayı.Ama oldu işte, ihtiyacımın en fazla olduğu biranda çıkan seyahatim beni bir süre idare edecek gibi görünüyor.Ama uyuyamıyorum, yalnızlıktan uyuyamıyorum işte....

17 Mayıs 2011 Salı

Öyle Bir Geçiyor Zamanki, Ne olur Azıcık Dursa Sanki....

Yok yok, ben bu diziyi daha fazla izlemeye devam edemeyeceğim.
İnci hocaya mı üzüleyim, Ali kaptana mı küfredeyim, Cemileye mi acıyayım... Bu diziyi de izleme izleme, bi başıma gurbet ellerde olduğum zamanı buldum izlemek için. Yok olmadı, ben Vampire Diaries izlesem daha iyi...

men bayırda gözlerem

Uzun zaman sonra hiçbir şey yapmak zorunda olmamaya ihtiyacım varmış. Her yurtdışı seyahatinde yaşadığım gibi yine içim biraz buruk ayrıldım İstanbuldan. Ama Bakü'ye varınca hiç yabancılık çekmedim. Azerileri hep sevmiştim, tv ekranlarındaki komik konuşmalarıydı tabi buna sebep=) Ama gerçekten de bugün karşılaştıklarımın hepsi öyle candandı ki, tabi yine konuşma şekilleri de buna sebep. Ama sıcak kanlı olduklarını (belkide ikimizde Türk olduğumuz için) inkar edemem. İlk duyduğum cümle ile güzel başladım,beni karşılayan adamın,ben wc.ye gittiğimde 'men bayırda gözlerem' demesi yetti bana=)  Türkçeyi çok rahat anlıyorlar tabi, ama bizim onları anlamamız biraz zor oluyor. Fotoğraf çekmek için çıktığımda birsürü kişiyle muhabbet ettim,bazı dedikleri şeyleri tekrarlatmak zorunda kalıyorum. Ama yine de anlaşma problemimiz yok neyseki.Yola çıktığımda biraz gergindim, ülke ülke gezme konusunda biraz tecrübem olsa da, cesaretim yüksek olsa da, uçağa binene kadar ki gerginliğim geçmiyor. Aslında gerginlik de değil, geride kalanların özlemi. Tabi abartmiyim şimdi, Pazar günü evimde kahvaltı ediyor olacağım=) Neyse evet şuan odada yalnız başıma Öyle Bir Geçer Zamanki izliyor olmanın da duygusallığını yaşıyor olmalıyım=)) Konuya dönecek olursam, Baküdeyim işte. İş sebebiyle geldim, gezi sebebiyle olmasını daha tercih ederdim=) veya yanımda eşimin olmasını... Ama sonuç olarak yalnız başımayım, yoğun ofis çalışması içinde olacağım bir 3 gün beni bekliyor. Ama buranın havasını da solumadan olmaz. Otele giriş yapar yapmaz kendimi sokaklara attım. Otelin çevresinde fotoğraf çekmek için daha dinlenmeden, güneşin son saatlerini değerlendirmek istedim. İstanbula dönünce diğer bloğuma ekleyeceğim, şuan onları hazırlamakla uğraşamayacak kadar tembellik yapasım var.
Burada olduğum sürece epey yazacağım gibi geliyor, bu biraz geyik bir başlangıç oldu ama sonrası daha kendimden olur herhalde. Malum, vaktimi kendimle geçireceğim için, konuşmaya ihtiyaç duyacağım için,-ki bundan da oldukça memnun olacağım için...yazmalıyım.
Ama şuan bu yazıya son vereceğim,cümlelerim arası farklı hatlar çizmeye başladı.
Bitti..
İyi geceler...+2 saat sonra bu saati yaşayacak olan istanbuluma 'geceniz heyre galsııın'...

15 Mayıs 2011 Pazar

Beyin planlamayı doğru yapsın ki, ayaklar yanlış yola sapmasın...

12 mayıs tarihinin özlü sözümdü ama nedense son yazdıklarım ilginçtir silinmiş. Zaten bloklara da giremiyordum. Sanırım yavaş yavaş bizi 22 ağustosa alıştırmaya çalışıyorlar :((

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Neden bütün şarkılar hep aşk uzerine? Aşk hayatın merkezinde,evet, ama aşk sadece sevgili, kadın-erkek demek değilki. Başka aşklarımız var hayatta birsürü, ama nedense bizler birtek karşı cinsle olan aşkı kendimize konu edinmişiz şarkılarda... Evet sadece şarkıları ünlemliyorum, şiirler romanlar filmler diğer aşklarımızı da yaşatıyor bize, ama şarkılar hep aynı.

Her yeni sanatçı çıktığında, eğer müziğiyle beni tavlayamamışsa, konusuna bakarım istemeden. Eğer kavuşmayı,ayrılığı,sevgiliyi anlatıyorsa daha gözüme girmeden düşer. Çünkü yeni birinin benim kulak zevkimde barınabilmesi için diğerlerinden bir farki olmalı; sözleri, müziği,klibi vs birşey farklı olmalı ya da eğlenceli. Duygusal şarkıya, aşk şarkısına karşı değilim, severimde, ama hep ayni klişeleşmiş anlatımlardan sıkıldım. Kafama not alacak, özgün cümleler duymak istiyorum.

Bütün gün radyoda aynı şeyleri duymaktan, işten sıkıldığım kadar fazla sıkıldım...

Benjamin Button gibi yaşasaydık

Yaşlı olmak ne garip. O duruma gelmek,sanki koşturan sen değilmişsin gibi, sanki gözleri ışıl ışıl parlayan sen değilmişsin gibi,sanki hiç genç olmamışsın gibi, sanki yaşlı olmak da bir tür insan çeşidi gibi... Hepimizin sonu aynı oysaki ( normal şartlarda tabi). Ama o gün Sanki hiç bize uğramayacakmış gibi. Doğanın kanunu bu ne yazıkki. Herkes doğar yaşar ve yaşlanır yaşadığı hayatla birlikte. Ama korkuyorim işte, yaşlanmaktan da biraz ama en çok da birine muhtaç kalmaktan. Kendi suyumu içerek, kendi banyomu yaparak, kendi faturamı yatırarak veda etmek isterim hayata. Başkalarının, hele de tanımadığım ellerde gözlerimi kapatmak istemem.

Az evvel çizim yaparken bir teyze gördüm yolda, yürüyemiyordu, ufacıktı bedeni.. Adım atabilecek bile olsa ufacıktı adım atacak bacakları. İki kişi koluna girmişti, ama kaç m yol alabilir ki??

Üzülüyorum, ama doğamız bu "yaşlanmak" . Sanki yaşlanmasinı engelleyebilirmiyimki insanların? Yine de üzülüyorum işte, en Azından bu şekilde olmamalı, insan kendi bedenini taşıyarak son güne ulaşmalı. Ama kimisi için olamıyor işte. Duygulandım teyzeme, ve onun gibilete, ve onun gibi olacaklara...

10 Mayıs 2011 Salı