16 Ocak 2012 Pazartesi

Yetişemeden bir haftasonu daha geçti. Listem kabarıyor, vakit hızına hız kattıkça. Tik atabildiklerim yeni eklenenlerle pek orantılı şekilde ilerleyemiyor.

Listemde sürekli demirbaş olan da 'yazmak'... İçimden taşan cümlelerimi yazıya dökecek zamanı yaratamıyorum bir türlü. Hep öncelikler dolduruyor o kısacık günleri. Ve ben yine yazamadan, kendi içimde taşıyaraktan uykuya gidiyorum =((

15 Aralık 2011 Perşembe

Tüm petshop hayvanları için...


Sıra sıra dizilmişler, limana demirlemiş sandallar gibi. Yan yana, bir bütünün küçük parçaları, uyum içinde tüme varacak şekilde; aynı bakışlar, aynı duygularla...Bağlanmışlar birbirlerine, doğuştan değil onların aile bağları, yaşamdan. Hayatın içinde kurulmuş onların ölçülemez kan bağları.

Dilleri olsa konuşacaklar bilirim, 'özgürlük var mı' diyecekler, 'dışarıda hayat var mı'...Onların ki mecbur bırakılmış bir bağ, istem dışı, zoraki.

Dilleri yoktu ki söylesinler, kendilerine yer beğensinler. Mahkum edilmişler parmaklıklar arasına. Suçsuz mahkumiyet, güzel olmak, sevilmek onları mahkum eden. Ne acı, bilseydiler  sebep olacağını, onlarda istemez miydi bir örümceğin, bir su aygırının yerinde olmayı?

...İnternette hayvanlar için yapılan caniliklere denk geldiğim, duygu yoğunluğu yaşadığım bir an içimden geçenler....

Eskiden hani kasetçalarlar vardı. İstediğimiz zaman ileri sardırır diğer parçaya geçerdik, bazen de parça okadar hoşumuza giderdi ki geri sardırıp tekrar dinlerdik. Hatta üzerine başka şarkı çekerdik ve bazen öyle hale gelirdi ki şarkının ortasında başka şarkı başlar, birbirine karışırdı.

İşte hayatta öyle olabilseydi keşke, sıkılınca bu günü atlayabilseydik veya en güzel geçen günlerimizi geriye alıp birdaha yaşayabilseydik. Zaman bizim elimizde hayatçalar olsaydı. Kimi zaman başka bir hayatı üzerine yazıp karıştırabilseydik, heyecan yaşayabilseydik. Veya tüm kaseti silip sıfırdan yazmaya başlayabilseydik. Ama ya bant koptuğunda? Kaset birbirine yapıştırılarak tamir edilmeye çalışılırdı, ancak müzik oraya geldiğinde anlık bir kırılmaya uğrardı. Hayatta da kimi zaman kopmuyor mu zaten, evet tamiri çoğu zaman vardır ama eski kalitesinde ilerleyemez işte. Ozaman da o bantı kasetten çıkarır yerine yenisini koyardık...Sürekli sıfırlanırdık, sonsuz zaman...

14 Aralık 2011 Çarşamba

Ben Böyleyim (Athena)

Sabahın sessizligi, icimde iki ses...

Sessizlik huzur mudur? Bazen yalnızlık bazen kaçmaktır. Kalabalıktan kaçmak mıdır? Bazen kafalardan bazen kafasızlıklardan... Hayatın tümüne yayılmadan bir ihtiyaç! Su gibi denilebilir mi, onla boy ölçüşebilir mi bilemem, onsuz da yaşanır elbet. Ama yaşamın nehirinde yok olup gider huzur.
Sessizlik... Bazen içimdeki sessizlik.. İhtiyaç.. Kulaklar uzak olsa da kelimelerden, o iç ses vardır hep. İşte o bir su gibi... Su kadar yüzdesi olmayan ama o yüzdenin icinde bir payı olan hayati ihtiyaç...
Sessiz görünse de dudaklarım, hiç susmadı içimde. Belkide doğduğum gün başladı benimle, ağlamadığım zamanlarda bile konuştu... Susması ihtiyaç desemde, nefes alırken degil nefes tükendiğinde susar beyin...

5 Aralık 2011 Pazartesi

Her sene Aralık ayının bu kadar çabuk gelmesine şaşıyorum. Büyüdükçe hayat daha yavaşlaması gerekmez miydi, tersine ben yavaşladıkça o hızlanır oldu. Anlam veremiyorum...

10 Kasım 2011 Perşembe

Analım, Hatırlayalım,Unutturmayalım Bu Günü, Günlerimizi!!!

Kimdir ki, bir güne sahip, dört bir yandan karanfil yağmuruna tutulsun. Kimdir ki milyonlarca insan kalbinde taşısın, her güne onun sözleriyle başlasın. Bir insan hiç görmeden, hiç sesini duymadan bu kadar sevilebilir mi?Var mıdır bu kadar sevginin sahibi olan bir insan daha, veya olacak mıdır? Nasıl olsun ki, üç kişi beş kişiyi değil, milyonların hayatını aydınlatabilecek biri daha gelebilir mi bu dünyaya? Yazık ki en fazla şu an ihtiyaç duyuyorken, bir tane daha yok işte. Yazık ki bu büyük sevgiyi hak edecek 'yaptıkları' şu an bir bir yok olmakta. Ama geriye hiç bir eseri kalmasa da, tek bir eserinin daim olacağı muhakkak 'kazandığı sevgimiz'.

Bugün saat 9.05'te Nişantaşı'nda hayat durdu, eminim Türkiye'nin birçok yerinde o an hayat durmuştu. Muhteşem bir duygu, hayatı durdurabilecek 1 dakikayı bile haketmek harika bir his olmalı. Başka kim milyonlarca insanın hayatındaki 1 dakikaya aynı anda sahip olabilir ki? Bizim için hayatını harcamış kişi için 1 dakika nedir ki! Keşke bazı insanlar da bırakın 1 dakikamızı, 1 saniyemizi hak edebilseler...

29 Eylül 2011 Perşembe

Tezin bitişi ile yeryüzüne iniş...

Uzun zaman oldu yazmayalı, aslında uzun zaman oldu kendimi dinlemeyeli. Dünyaya geri döndüm, sanırım dönemedim henüz ama döneceğim. Herkese, herşeye ve en çokta kendime kapadığım birkaç aylık süre sonunda 'o gün' nihayet geldi ve geçti. Bugün itibariyle yeniden doğmuş gibi olacaktım, aylardır beklediğim şey buydu, ama olmadım. İçimdeki sıkıntı hiç azalmaya uğramadı. Neden böyle oldu ki? Tez bitince (veya daha bitmemiş olabilir diye belkide) kafamda ara verdiğim düşünceler hiç vakit kaybetmeden yakaladılar beni yine. Daha birkaç saat bile özgürlüğün tadını çıkaramamışken hemde. Belkide günlerdir uyumamış, bilgisayar ekranı dışında birşeyle gözgöze gelmemiş olmanın yorgunluğundan dolayı mutsuzum şuan. Ama biliyorum ki bu yorgunluğu attığımda mutsuzluğumun asıl kökünde yata sebepleri bastıracak busefer de beni.
Bahsetmek istediğim, anlatmaya yazmaya ihtiyaç duyduğum çok fazla şey var kafamda, ama bedenim daha yeni teslim sürecinin sıcak evresinde olduğu için, kılını kıpırdatacak durumda değil. Şu yorgunluğu üzerimden attıkça parça parça yazmaya, eskisinden daha çok paylaştığım bir blog yaratmaya çalışacağım...
Evet bu gece de erken yata bakalım, ve sonra ders çalışmak zorunda olmadığın, biran evvel eve gelip birşeyleri yetiştirmek zorunda olmadığın bir hayatın tadını çıkarmaya başla...Belkide ilk yapacağım şey, nihayet evliliğimin tadını çıkarmak olmalı...

15 Eylül 2011 Perşembe

Son zamanlarda bot gibi yaşıyorum, evet ot gibi değil bot gibi. Denizin ortasında bi başına kalmış, ne yöne gideceğini bilemez, aslında bilir de gidemez bir bot gibiyim. Öyleyim işte. Kıyıya vurmama az kaldı, beklemedeyim sallana sallana. Yakında kusacağım ama yapacak birşey yok, beklemekten başka. Ümitliyim:)

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Doldursam beyaz sayfalarımı,
uçak yapar gezerim diyar diyar.
Kimi zaman gemiye dönüşür köşelerim,
kimi zaman buruşur basket topuna dönüşür,
atılır bir köşeye,geri dönüşümlü.
Dönüşür de zaten,
uçacağı yeni diyarlara hazırlanır.
Birazcık rötüş,
belki biraz kesim.
Canlandırıverir sayfalarımı.
Ve tabi bolca da kelimelerim.

8 Temmuz 2011 Cuma

Bir günbatımında kesişti yollarımız.
Ben gecenin kıpır kıpır yakamozu, sen gündüzün ürkek gölgesi…
Hergün olduğu gibi, ikimiz de aya döneceğiz sırtımızı.. Sen karardıkça ben ışıl ışıl parlayacağım.
İnsanlar korkacaklar seni gördüklerinde, toplanacaklar sahilde beni seyretmeye.
 Sen karartırken siluetleri, ben aydınlatacağım karanlık denizleri…
Ben dans edeceğim havadaki ritmle, sen ise savrulacaksın sarhoş insanların arkasında her yöne…
Dedim ya, ben kıpır kıpır yakamozum diye
İnsanlar beni sevecekler, şiirler yazacaklar benim üzerime…
Kara gölge diye bahsedecekler senin için de…
Bir gün doğumunda ayrılacak yollarımız.
Sen ürkek haline bürünürken, ben yok olacağım yeryüzünden.
Güneş nedir bilmeden, ay ile güneşleneceğim…
Sen ise güneş ile serinlerken, ay ile güçleneceksin….

7 Temmuz 2011 Perşembe

Minyatür Aşık


Küçüktü o, küçücüktü, yetişemezdi o önündeki kilometrelerce yola.  Yaprak tozlarından şemsiyesi vardı, ağaç köklerinden ayakkabısı…
Koşardı karınca misali, yolun sonundaki gelincik saçlı sevgilisine ulaşmak için. Daha gidecek çok yolu vardı, gözü yoldaki çakılları görmezdi, alev saçlardı yalnızca gördüğü…
Gözbebekleri alev alevdi, Onunla kaplanmıştı. Biliyordu, bitecekti bu vuslat, gelincik saçlı yari de bekleyecekti,  söz vermişti. .
Zorluydu önünde uzanan saman yığınlarını aşmak, halatın diğer tarafına geçmek. Ama inanıyordu, başaracaktı, çünkü o minyatür aşıktı…Hayat ona devaynası iken, o minyatür kalbinde büyütmüştü devini…

5 Temmuz 2011 Salı

Bu sakinliği özleyeceğim, barbaros bulvarının o yüksek desibeline rağmen bu kuş cıvıltılarına maruz kalmış huzurun içinden yürümeyi özleyeceğim.
Ama tezden kurtulduğum zaman :))
Uzun zamandır içimde yaşattığım imbat kadar haşin, ve bundan sonra ki imbat kadar huzurlu, mis kokulu rüzgarın kımıldattığı ağaçların hışırtısıyla ruhumu boşa çıkarmak, meşguliyetini bir süreliğine nöbet değişmek... İşte şuan yaptığım bu...
Ne güzel bir gün, çünkü hissediyorum tenimdeki o sıcaklığı, yüzümdeki o serinliği...
Yol almak vaktidir, kararlı zamanla bir olup, ufak adımlarla ilerlemenin...

26+1


İYİ Kİ DOĞDUM.
HİSEDİYORSAM VARIM,
VARLIĞIMLA MUTLUYUM,
VARLIĞIMLA YAŞLANIYORUM,
YAŞLANDIKÇA DAHA DA VAR OLUYORUM,
ZAMANIN İÇİNDE,YAŞAMIN BİR KÖŞESİNDE...
BEN BURDAYIM İŞTE....


4 Temmuz 2011 Pazartesi

Doğumumun 9860. Gününde 1 den başlamak...

Doğum günüme az kaldı. Ve ben bu sene digerlerinden farklı olarak yeniden dogmak istiyorum. Her sene yaşıma yaş katarken, bu sene sıfırdan başlamak istiyorum. Reset olmuş kafayla, yeni yürümeye başlamış bedenle atmak istiyorum ilk kahkahalarımı. Bu sebeple de burada artık şikayetlerimi, umutsuzluklarımı yazmamaya çalışacağım (öyle umuyorum). Yarın benim için yeni bir başlangıç olmalı, ve bu başlangıcı yaparken daha az kelimelere dökmeliyim içimdeki olumsuzlukları. Çünkü ben bunları kelimelere dökmeye, o kelimelerle cümleler kurmaya ve paragraflar oluşturmaya başladığım zaman bu hale geldim. Büyüdü hepsi, belki zaten büyümeliydi ama büyütmemek yok etmek görmemek benim elimdeydi. Ve şimdi geçte olsa görmemeyi başarmak için ilk adımım bu olmalı. Bundan sonra güzel seyler düşünmek,güzel şeylerden bahsetmek ve bunlar sonucunda güzel şeyler yaşamak istiyorum.
Başarabilecek miyim?
İstersem başarırım.
Şimdiye kadar hep ben istediğim için yaşamadım mı herşeyi zaten!!!
Doğumgünüme saatler kaldı, ve ben doğumuma hazırım...

3 Temmuz 2011 Pazar

Bir arkadaşımı evlendirdim bu akşam. İlk defa yakın bir arkadaşımın evlenmesinden midir bilmem,aşırı duygusallaştım. Belki evliliği ilişkimizde en ufak bir şey değiştirmeyecek, hatta belki daha fazla görüşeceğiz kim bilir...Ama bendeki etkisi çok büyük oldu, bütün anılarım yoğun bir şekilde kafamın içinde şişmeye başladılar. Çocukluğum, ergenlik çağlarım, hepsine büyük bir özlemle baktım gözümün önünden geçerlerken. Evet etkisi bu oldu, hayatın geçip gidiyor olduğunu, yaşlanıyor olduğumuzu ve hiçbir şeyin bir önceki gibi olmadığını yine hissettim, hem de çok yoğun bir şekilde.
Keşke diyorum, bir zaman makinası olsaydı, istediğimiz an istediğimiz zamana gidebilseydik. 1 saatliğine sadece, başka bir şey istemezdim. 1 saat için o balkonda oturmuş hoşlandığı çocuğu seyreden halime dönseydim, o koltukta oturmuş Vahşi güzeli izleyen halime dönseydim, o ağacın dibinde yıllar sonra bulunmak üzere demiz para gömen halime dönseydim, Gebze'ye bile dönseydim o 1 saat....
Geçmişle yaşamak çok acı, yorucu, ve vakit kaybı...biliyorum bunları. Ama hayatın hızlı bir şekilde geçmesini kabullenemiyorum. Daha dün elele okula gittiğim arkadaşım, bugün bir başkasının elini ömür boyu tutmak için imza attı. Onu kaybetmedim, zaten hayat yollarımızı uzun zaman önce ayırmıştı, ama kalplerimiz birdi,yerimiz hep aynıydı. Bundan sonra da bu değişmeyecek tabiki, ama işte eskiye ait şeylerin tamamen geri dönüşü olmayacak şekilde değişiyor olması beni umutsuzlandırıyor. Sanki istediğim an o zaman makinasına atlayıp gidebilme ümidi taşıyormuş gibiyim. Ama geri döndüğümde bulacaklarım da gittiği zaman artık anılarım da yerinde kalmazsa diye korkuyorum...
Büyük değişimler için yanıp tutuşurken, olağan değişimleri kabullenemiyorum, ne büyük tezattır!!! Hayatıma sıfırdan başlayacak kadar cesurum, ama daha önce yaşadığım hayattan kopamayacak kadar da korkak....

30 Haziran 2011 Perşembe

Hala kafama taş düşmesini bekliyorum…
2 haftada bir,bazen ayda bir tezi görüşmeye geldiğim hocam bile bendeki bu büyük değişimi fark ettiyse, ve beni teselli etmeye çalışıyorsa, beni eski halime döndürmek için terapiler düzenliyorsa.. ben gerçekten artık buna bir dur demeliyim. Hayır, dur diyeceğim şey hocamın terapileri değil tabiî ki de, ama dur demem gerekeni durdurduğum zaman zaten o terapiler de son bulacak. Ve ben hala o kocaman taşı bekliyorum, şu kalın kafama ancak dank eder diyorum.

28 Haziran 2011 Salı

Söylenerek şikayet ederek bir günü daha geride bıraktım. Ama haksız mıyım şikayetlerimde, kullanılmayı kabul edip hayatıma mutlu mesut devam mı etmeliydim? Olmuyor işte, beyin felci geçirmem lazım düşünmemek için.
'Özel sektör, böyke işte' deyip geçenlere çok kızıyorum, onlar yüzünden eziliyoruz biz. Ve ben bu şekilde devam edemiyorum. 3-5 tane insana değer veren yer varsa da onlardan birini bulacağım elbet. O olmazsa her hafta sayısal oynayacağım, para çıksın da kendi işimi açayım diye, o da olmazsa... aramaya devam edeceğim, hayatım bu arayışla geçecek belki.. Enazından bir umut var işte.

24 Haziran 2011 Cuma

Mezun olduğumdan beri ilk kez okulu gerçekten özledim. Baktığım her köşesine ait bir anım var. Tatile girmiş,sessiz,boş ama benim gözümde o öyle kalabalıkki şuan. Tekrar lisans günlerime dönmek istermiydim; evet,busefer evet. O sabahlamaya, uykusuzluğa, bunalıma, strese razıydım. Enazından gerçek dünyadan uzaktım, daha renkli bir hayalin içindeydim. Evet renkliydi hayatım, kurduğum hayallerim, umutlarım. Ben sanatçı bir meslek seçmiştim, mezun olunca sanatın içinde olacaktım. Ama büyük hayalkırıklığı. Sanat mı? Kendi fikirlerini zorla dayattıran, sana düşünme yetkisi vermeyen , ruhsuz, tekrar, birçok kez beton yığınından farksız tasarımlarla gözlerimizi kapatan bir hayatın içinde buldum kendimi. Bırak sanat yapmayı, sanatı izleyecek vakit bile bırakılmıyorki!!! Mimarlığın hayat felsefesi, yaşam şekli olduğunu savunanlara, 'kölelikmi, robot olmakmı sizin hayat felsefeniz' demek istiyorum..
Neyse mesleğime sövmek için başlamadım yazmaya.
Duygulandım, agaçları daha da kapamış bankların üstünü, özlemişim altında oturmayı. Ama busefer tek başımayım,artık... Çok başıma olduğum, olabildiğim,olmayı sevdiğim zamanlarımdı o günler. Şimdiyse çoğunlukla tek başımayım, gittikçe daha da fazla. Uzaklaşıyorum,kopuyorum insanlardan, ama sebebi benim,ve bu sebebe de kızıyorum,yani kendime. Bana en çok okulu özleten sebep de bu zaten, ben kendimi özlüyorum, yaşamayı seven, herşeyi yapmaya cesareti ve isteği olan beni. Bir anda yaşlandım, 1.5 sene geçti o halimden ama ben 10 sene yaşlandım...
Zamanı geri almanın yolu yok mu? Artık istiyorum, eskiye dönüp bu süreci daha da uzatabilmeyi...
Neyse, okulda olmak çok güzeldi,biraz daha tadını çıkaracağım.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Bazen duygularimi kendime ve dış dünyaya kapatabilmek istiyorum. Bir düğme olsa ve ben onu 'off' konumuna getirdiğimde hiçbir şey hisetmesem.
Evet, bukadar duygusal olmaktan hoslanmıyorum. Bir ara aşmıştım bunu, iyi duygulara açık ama kötülere kapalı olmayı başarmıştım. Ama şimdi yine başa döndüm.
En çokta hayatımdan çıkan şeylere duygulanıyorum. Birlikte iş yaptığım insanların bile gitmesine bukadar duygulanırken ben nasıl baş ederim ki bu hayatla? Herzaman gidecekler olacak, ki bundan çok daha yer etmiş insanlar çıkacak hayatımdan, belki isteyerek belki istemeyerek. Ve ben hiçbir şeye hazır değilim. Bir yandan çekip gidebilecek kadar cesaretliyken, biryandan da bırakıp gidenlerden korkuyorum...

21 Haziran 2011 Salı

Gıcık mıyım gıcık oluyorum?

losstime'ın mimine cevap olsun,okurken evet evet diye tik attım maddelerine, bende sıraladım kendi içimde, mimlenince bunları sesli ifade etmek iyi olacak galiba =)

-Sanki dört kulak dinlemek zorundaymışım gibi mırıl mırıl konuşup, duymadığımda tepki gösterenlere

-Herşeyden şikayet edenlere (bende biraz şikayetçiyim ama ciddi konularda, kastım yemekten,müzikten vb. hiçbir şeyden memnun olmayanlar)

-Yanıma oturanın, önümde yürüyenin, otobüs durağında bekleyenin, minibüs şoförünün yanındakileri düşünmeden sigarasını tüttürmesine,

-Ve yine yanımda kulaklıkla bangır bangır müzik dinleyene,

-Otobüste, yazın çöl sıcağında bile bütün camları kapattıranlara,

-Yapmacık canım-cicimli konuşmalara,

-Kadına insan yerine 'eşya'(biraz kibarlaştırdım) muamelesi gösteren erkeklere (bknz. Öyle Bir Geçer Zamanki-Ali Kaptan)

-Amaçsız insanlara (bana noluyosa ama gıcık oluyorum işte,belkide hergün çok yakınımda bir tanesiyle burun burunayım diye batıyordur =)

-Bütün gün gezip tozup,otobüste yer verilmeyince 'gençlerde hiç saygı yok' diye söylenen yaşlı teyzelere,

-Köle gibi, çok emek az parayla çalıştıran patronlara,

-Havadan sahip olanlara (bunda biraz kıskançlık payı da var tabi)

-Öğrenmeye ve eleştiriye hiç gelemeyen insanlara,

-Aldığı şeyi yerine koymayan, döktüğünü toplamayan,pislettiğini temizlemeyen insanlara,

-Konuşurken karşımdakinin tepki vermemesine,ya da tam sözümün ortasında alakasız birşeyden bahsetmesine,kısacası lafımın kesilmesine,(ama gıcık olduğumu kimse bilmez)

-Düzensizliğe,

-Yağmur+rüzgar karışımına,

-Otobüste tanımadığım birinin bana hayat hikayesi anlatmasına,

-Arabada, sıcağın altında ter içinde kalmış halde yürürken, yorgunluktan ölüyorken zorla muhabbet etmek isteyenlere (o anlarda konuşmaktan nefret ederim,asabi olurum biraz),

-Kullandığım bütün bilgisayarların kısa süre sonra aşırı yavaşlamasına,

-Autocad'in çizimin ortasında 'fatal error' verip kapanmasına,

-Trafiğe,

-Otobüslerin vaktinde gelmemesine,

-Sürekli işinden şikayet eden halime =)

-Laf atan, hiç kız görmemiş gibi bakan erkeklere,

-Beklemeye,bekletince de kendime,

çok gıcık oluyorum =)

Epey gıcık olduğum şey varmış. Her gün içimden en az 2-3 kez ''....ya gıcık oluyorum'' diye bir cümle geçer ama daha önce liste yapmamıştım bununla ilgili. Her gün karşılaştıklarımdı bu saydıklarım, ve daha bu gıcık olduğum şeylerin yarısı bile değil, sorunlu muyum acaba? Veya gıcık mıyım acaba =)

14 Haziran 2011 Salı

Gözlerimi kapattım,
ve bir an orada oldum, o insanların yanında.
Mutlu idim, sorgulamıyor idim, berisi vardı ötesi yoktu.
Gençlik...
Umutlarım yüksekti, hayallerim genişti, cesaretim yeterinceydi...
Büyüktü yaşadıklarımız,
Herkesten önemliydi birbirimize anlatacaklarımız.
Sabahları erkenden yola çıkmanın işkence olmadığı zamanlardı o zamanlar.
Bazen iki kişiydik, bazen bir düzine
o toprak yollardan yaklaşırken yavaş adımlarla
ama hızlı geçen zamanla.
Bir an gözlerim o günleri gördü, o anları yaşadı.
Ve açıldığında o toprak yolun sonuna gelmiş,
karşısında o çizgi topluluğuyla karşı karşıyaydı :(

13 Haziran 2011 Pazartesi

Hayat alır,
hayattan beklerken...
Bir yanımız ceylanların sektiği yeşiller,
diğer yanımız korkularımız, mutsuzluklarımızla dalgalanmış bir havuzken...
Nedir ardımızdan bizi itekleyen
de şu dünyanın 10 çirkini içinde 1 güzeli için yaşama güneş düşüren??
Uyuyarak harcanan vakte acıyorum. Günün üçte birinin hareketsiz, duygusuz ve sessiz geçmesi nekadar büyük kayıp. Oysaki hayat okadar uzun değil ki, avuçlarımıza dünyayı sığdıracak kadar.
Uyumadan yaşayabilme vaadi istiyorum, oyum kesinlikle onundur...

10 Haziran 2011 Cuma

Sahip olmak için yaşıyoruz hep, yaşam da çalışmaktan ibaret olduğuna göre; sahip olmak için çalışıyoruz. Ev- araba sahibi olmak için, eşyaya sahip olmak için, mevki sahibi olmak için, saygı sahibi olmak için, şöhret sahibi olmak için, hayalini kurduğumuz hayata sahip olmak için ve o hayata sahip olunca daha fazlasına sahip olmak için. Ama sahip olma derdiyle çabalarken, zamana sahip olma fırsatımızı kaybediyoruz. Zaman gözümüzün önünde geçip giderken, biz o zamanı hisetmeden sahip olacaklarımıza bakıyoruz. Ama neye yarar ki, yaşayamadıktan sonra?

7 Haziran 2011 Salı

Küçük sırlardaki ( evet o gereksiz diziyi bende izliyorum,beni strese sokmayan,germeyen tek dizi olduğu icin) Arzu gibi hisediyorum kendimi bazen,
bazen coğunlukla, bazen bazen.
O sevgilisine kıskançlığından kafayı sıyırırken, ben hayata kıskançlığımdan sıyıracağım.
Öyle hisediyorum bazen,
bazen cogunlukla, bazen herzaman.

6 Haziran 2011 Pazartesi

Kaybedenler Kulübünden



- Yaşlı bir kızılderili ne kadar yanılabilir?
– Bazen yanılabilir
– Bazen susar
– Bazen konuşmak ister
– Bazen dinlemek ister
– Bazen yalnız kalmak ister
– Bazen arkadaş ister
– Bazen gitmek ister
– Gider bazen
– Bazen gidemez
– Bazen hiç gidememekten korkar
– Bazıları sonsuz neşeye doğar
– Bazıları sonsuz geceye
– Bazen ölürsün
– Bazen ölemezsin, bazen bütün koşullar uygunken bile ölemezsin
– Bazen kendinden uzaklaşmak ister insan
– Bazen gidersin, sırf dönebilmek için
– Bazen ağlarsın bayağı
– Bazen ağlayamıyorsun bayağı bayağı…
- Bazen içiyorsun, bazen çok ama çok fazla içmek istiyorsun da bazen sen zaten içmeye gidiyorsun
Kararsızlıkmış mutsuz eden. En kötü karar bile kararsızlıktan daha iyiymiş. Çünkü kötü karar içini bir kez kemirirken, kararsızlık hayat boyu kemirirmiş...

1 Haziran 2011 Çarşamba

Uzun zaman sonra Sezen Aksu ile buluşmak güzel oldu benim için. Son zamanlarda beni ruhumdan etkileyen bir şarkı,favorim,paylaşmak istedim...