2 Mayıs 2011 Pazartesi

Sürekli eskileri özlüyorum. Ama özlediğim şey kişiler değil,öyle olsa onları tekrar görme şansı yaratırdım. Özlediğim şey mekanlar da değil, öyle olsa o mekanları ziyaret ederdim. Ben geri dönmeyecekleri için özlüyorum. Aynı kişilerle aynı mekan da olsam da o 'an' ları tekrar yaşatamayacak olmak bende özlem yaratıyor. 'Ya içindesindir zamanın ya da dışında' diye bir mısra yada bir şarkı, ya da öyle bir şey vardı işte. Herneyse, ben hep zamanın dışındayım, içinde olabilmeyi de başardığım zamanlar vardı,ama artık değil, belki ilerde....

26 Nisan 2011 Salı


Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır, katılıyorum doğrudur. Ama her başarılı kadın da arkasında bir erkek olmayandır.

Öyledir tabi, başarı evin dışında geçen vaktin, içinde geçen vakte oranının büyük olması ile gerçekleşen durumdur -ki erkek bunu kabullenmekte zorlanır.

Enazından benim fikrim, gördüğüm budur. Kadın, erkeği herzaman itici güçtür, onunla gurur duymak ister, onu övmek ister, ileride olduğunu görmek ister. Bir şekilde onu başarıya doğru iter. Ama erkek? Kadının başarısından gocunmak değil burda anlatmak istediğim, gocunur ya da gururlanır, orası erkekten erkeğe değişir. Ama kadının hayatında sürekli bir engel rolündedir. Bu Türkiye için daha çok geçerli belki de, biz de kadının haketmediği bir yer vardır -ki buna da günümüz 'modern' kadını savaş içindedir. Ve bu durum, yine günümüz kadınlarının aile yaşantısındaki çalkantıların da başlıca sebebidir.

Mutsuzuz, seçim yapmak zorunda bırakılarak, ve seçimimizi ileri adım atmaktan yana kullanarak kendimizi yalnız bir hayatın içinde sürüklemeye zorlayan sebeplkerden ötürü mutsuzuz. Böyle mi olmak zorunda ki, yalnız ama hayatta başarılı ya da çift ama evinde başarılı olmak mı? İkisini de yaşamak zor mudur ki?

Bu tip düşünceler içindeyim, tıpkı sürekli feminist düşünceler içinde olduğum gibi. Kabullenememekteyim dünya üzerinde kadının zoraki rolünü. Hayata geliş nedenimiz aynı kalıplar içine sokulmamalı, her kadın gibi görülmemeli her kadın. Hepsi ayrı birer kadın, hakları olan birer birey. Roller dağıtılmamalı onlara, daha göbekleri ayrılırken analarından. Amaçları doğrultusunda rollere bürünebilmeli her birisi, kadın diye çıkmamalı engeller, sebep insani kabiliyeti olmalı başarısızlığının. Kadın diye daha az nefes almamalı, daha çok susturulmamalı, daha az haketmemeli, , daha çok acı çekmemeli, daha az gülmemeli...

Kısacası,yaşadığı hayatta çıkıyorsa engeller karşısına, sebebi cinsiyeti olmamalı insanlığı olmalı.

Doluyum, kadın haksızlığına karşı oldukça doluyum, yazacak şeylerim çok...

22 Nisan 2011 Cuma

İçimde çağlayanlar akıp giderken, dışarıdan durgun bir göl gibi öylece durup durarak geçiyor hayatım (artık). Bir şeyler değişmeli diyorum sürekli, o çağlayan taşıp akmalı parmaklarımın ucundan, beynimin içinden, göz bebeklerimden. Ama tıkanıp kalıyor tam coşup gidecekken.Bir dönüm noktası arıyorum kendime, aslında var, sürekli söyleyip durduğum kendime. Ama o gün geldiğinde de içimdeki ateşin parlayamamasından korkuyorum. Şimdi bahanem varken değişecek zaman için, bahanemin zamanı gelipte herşey aynı düzen(sizlik)de devam ettiğinde bahanem olmayacak artık. Yeni bahane de üretilmeyecek, cesaretim kırılacak sadece. Oyüzden korkuyorum, oyüzden atağa geçmeliyim diyorum, oyüzden kendimi adamalıyım, oyüzden değerlendirmeliyim an'larımı...
Uykum geliyor olsa da üretmek istiyorum, gidenlerin gelenlerden fazla olduğu bir günü daha geride bırakmak istemiyorum. Artıya geçmeliyim artık, tabi önce fitlemek gerek gelen-gideni...

20 Nisan 2011 Çarşamba

Olmasam da olur...
Varken ihtiyaç olmaz,
yokken hatırlanmaz...

Olsa da olur, olmasa da
Kime gerek ki,
yeryüzünde nice fırtınalar varken,
hafif bir imbat???
Ben miyim bu 'ben' içindeki ben?
Yoksa ben miyim bu beden dışındayken?

13 Nisan 2011 Çarşamba

Sanırım telefon etme fobime karşılık yukarıda biryerlerden sınama altındayım. Hayatimda hic gün içinde bukadar telefon etmedim, hiç birini bukadar ısrarla aramadım. Ama işte birilerinin ( büyük ihtimal bütün arkadaşlarımın ) ahı tutmuş olmalı - ki iki gündür en az 20 kez aramama rağmen adama ulaşamıyorum!! Sanki devlet başkanı gibi, bukadar mı ulaşılmaz olur bir site yöneticisi? Zaten anket yapmak için yardimini isterken " örneğini gönderin, yönetim kuruluyla görüşeyim" diye yanıt almak yeterince şaşırtmışken beni... Artık sitelerde de milletvekilligi gibi ufak çaplı bir başkanlık sistemi söz konusu olmalı. Küçük şehirler kuruyoruz derken doğru söylüyorlarmış, şehir icinde şehir ülkesine dönmüşüz.
Herneyse, evet sınanıyorum diyordum!! Ama bu beni yıldırmayacak :))

8 Nisan 2011 Cuma

Herseyi tuketiyoruz, hersey elimizden alinirken biz sadece yerinde biraktigi bosluga bakmakla yetiniyoruz...diye gecirdim icimden, vapur Besiktas iskelesinden ayrilirken...

30 Mart 2011 Çarşamba

Yalnızlaşıyorum...
Sebebi benken
Sadece duruyorum
Konuşuyorum, ama
aslında susuyorum...

24 Mart 2011 Perşembe

Çok sıkıldım, hayatımda olup biten, çevremde dönüp duran, kulağıma çığıran herşeyden sıkıldım.. Belki malum dönemde olmamdan belkide gerçekten sıkıldım işte. Neyseki yeni hobilerim var gün için de bana heyecan yaşatan, dikiş ve fotoğraf!! Sürekli yapacaklarım, yapmakta olduklarım hayali kuruyorum onlara dair. Bundan 1 sene sonra hayalimin adımlarını atmış olmayı umuyorum. Yoksa bu hayat bu koltukta geçmez. Geçer de geçmez. Ben geçiremem.Öyle işte. Bukadar.
Artık sürekli savaş vermekten yoruldum ve ilerleyememekten sıkıldım. Beynim artık kaldıramaz oldu 24 saat içindeki milyonlarca saniyeyi...

16 Mart 2011 Çarşamba

Alo Alooo!!!

Telefonla aram yok napim, sevmiyorum işte, elime o telefonu alıpta konuşmak zor geliyor. Pek tembel biri değilim ama telefon konusunda tembelim galiba. Biryeri arayacağım zaman önce ne söyleyeceğimi,nezaman arayacağımı, nerde konuşacağımı bıdı bıdı gibi birtakım şeyleri halletmeden tuşlayamıyorum rakamları. Çevremdekiler bunu anlayamıyorlar muhakkak, hepsi sağolsun benim gibi olsalardı herhalde tek duyduğum ses kendi iç sesim olurdu.
Kabulleniyorum arama tembeli olduğumu, ama kabullenmek de beni aklamamalı aramama suçum için. Zorlasam diyorum, hiç o bıdı bıdı şeyleri düşünmeden hemen tuşlasam arasam herkesi diyorum, ama bunu derken bile düşünüyorum aslında.
Aşacağım, aha da buraya yazıyorum işte. Zaten konuyu açma sebebim bu, yazılı olarak belgelemek kendime.

15 Mart 2011 Salı

Küçükken çok salak oluyoruz 'birçoğumuz'..diye geçirdim içimden,çizim yaparken salak hallerimi düşündüm genç kız zamanlarımdaki:))

10 Mart 2011 Perşembe

Harbi erkek çocuğu gibiyim bugün yaa,her lavaboya girişimde -ki bugün çok içtim galiba biraz abarttım bu işi- kendime bakmak zorunda kalıyorum aynada,wc küçük olunca ellerime bakmakla geçmiyor zaman,ve bir erkek çocuğuyla göz göze geliyorum. Ofisteki arkadaşlarım kusura bakmayın, göz zevkinizin biraz içine ediyorum bugün. Söz yarın değişicem!!

Kilom küçük bedenime fazla geliyor!!!

Çok soğuk hava, çok çirkinim, ha birde şişkoyum artık. Evet evet artık böyle hisediyorum, üstüne üstlük sabah evden çıkmadan tartılma gibi bir harekette bulundum ki, iyice oturdu içime. 55 kiloyum artık,şaşkın ve kızgın (kendime) ve neyapacağımı bilmiyorum. Gelen gitmiyor ki, yaştan mıdır, bütün gün yiyip içip oturmaktan mıdır, öyle öyle. İşe başlamadan önce bukadar değildim ki,max 52 idim ki o benim için çoktu bile. 3 kilo çok görünmüyor yazınca ama,hepsi tek bir bölgede toplanınca öyle görünmüyor işte. Acil kurtulmalı bu fazlalıklardan, ne yapmalı bilmem ki.Bütün gün ofisteyim, eve varıyorum en erken 8 de. Yorgun ve argın iken spor yapacak hal mi kalıyor ki bende? Yok yok bu hayat böyle geçmez bunu biliyorum zaten,azıcık sabredeyim şu tez bitsin diye ama geri dönüşü olamayacak duruma gelmekten de korkmuyor değilim. Yemekten de vazgeçemiyorum ki,günün tek eğlencesi birşeyler yemek ofisteyken, o da olmazsa tamamen makina gibi çizen bir yaratık haline gelirim. Zaten kısmen o haldeyiz ne diyim. Ben ne okudum da bu hale geldim diyorum kendime, okumasamıydım da diyorum ama tabi pişman değilim. Her şeye rağmen değilim işte, sevgimi içime gömüyorum (mesleğime olan sevgimi yanlış anlaşılmasın) (ha tabi hayata olan sevgimi de içime gömmek zorunda kalıyorum)...
Neyse, açlık çekiyorum şuan, yemeği azaltınca da böyle oluyor işte, açlk hissini de özlemişim hani,acıkmaya fırsat verdim karnıma bugün=) ama dayanamayacağım, bir kase nesfit idare eder beni herhalde (umarım).
Hadi ben yemekteyim...

9 Mart 2011 Çarşamba

Biraz Kar Biraz Ben...

Nihayet kış geldi, giderayak geldi İstanbul'a. Ve tam da günün de geldi benim için, tadını çıkarmak için elimde fırsat var. Ofisteyim, masamdayım, patronun yokluğunu kötüye kullanıyor gibi görünebilirim ancak işimi ihmal etmiyorum tabiki=) herşeyi sıraya koydum, günün sonunda planlarımı yerine getirmiş olarak ayrılacağım ofisten. Ve işte bu planlarımın ilkini şuan gerçekleştiriyorum: elimde kahvem, camın önünde masamda oturmuş pencereden yağan karı izlerken, blog okuyorum=)Bu şartlar altında yapılabilecek en güzel şey bu benim için.
Haftasonunu çok güzel, dolu bir şekilde geçirdikten sonra yine aynı rutin hayata dönmek pek hoş olmuyor. Üstelik sıcak havadan gelipte karla karşılaşmak da olmuyor malesef. H.sonu 2 günlüğüne Adanadaydık eşimle. (eşimle demeye sanırım hala alışamadım=) Tamamen yemek üzerine kurulu bir tatil ilk defa yaptım, ve sonuç:kendimi şişko hisediyorum..Doymak bilmedim, ne yemeklerine ne insanlarına. Ve oradayken tekrar düşündüm, İstanbul dışında yaşamayı. Zaten İstanbul'da yaşıyor gibi değilim, herşeyden uzak, koşturmacanın içinde kaybolup gidiyorum. Bekarlıktaki veya öğrencilikteki gibi hayatın içinde olamıyor insan. Oyüzden hep diyorum ki, başka şehirde yaşamalıyım, trafikten,kalabalıktan,anlamsız yüksek fiyatlardan uzakta. Daha az stresle ama daha fazla vakitle,kendime ve evime ayırdığım. Ve Adana buna çok uygun göründü, tabi mesleğimden feragat etmek koşuluyla. Gözüm öyle dönmüş ki, bunu bile yapabileceğimi düşünüyorum sanırım. Belki mimarlık yapamayabilirim, ama burda sanki mimarlık yapabiliyor muyuz ki?
Kafam dağıldı, yola karşı oturmanın da kötü tarafı, dağılıyorum bazen işte=) Şöyle bi yazdıklarımı baştan okudum da, yağan karşa başlayıp nasıl da adana da yaşama kaydırmışım konuyu. Başlarken sırf yazmaktı amacım zaten, konudan konuya atlamam normal=)

8 Mart 2011 Salı

Saat 11 olmak üzere, yine ancak vakit ayırabilmiş ve bloğuma üç beş bir şeyler eklemişim. Biryandan kapatılan bloglar ve daha nice aydın sitelerin ve 'sırada ne var' sorularının burukluğuyla, yazmak istedim işte. Herzamankinden daha açık ve net beni anlatan kelimelerle kapatmak istedim günü.
Son 1 saate girmek üzereyim ve zaten haftalardır kafamın içinde dönüp duran planları bir devir daha döndürmekle meşgulüm. Karar aldığımı sanarak, kendimi avutma sürecimin sonuna yaklaşıyorum. Ancak, sona doğru ilerlerken asıl vermem gereken karar sürecine doğru yol alıyorum.
Açık olacaktım kendime...
İşten ayrılma kararımı zaten vermiştim. Ama hep uzak birzaman gibi görünen güne artık çokta uzun bir zaman kalmadı. Ve ben ondan sonrasında, (inşallah yüksek lisansı bitirebildiğimde ne yapacağımın kararını henüz verebilmiş değilim. Şuan yaptığım işe başka koşullar altında devam ediyor olabilirdim,ancak...Şartlarım buna elbet zorlayınca izin verse de, ben artık zorlama hayat istemiyorum. Yaşım hala fazla ilerlememişken (birşeyler için geç olcak kadar) daha kolay ve uzun yaşamalıyım geçirdiğim her günü.
Şuanki yazma koşullarım devam etmemi engelliyor.Sonra devam edeceğim...(bu lafı hep eskiden günlük yazarken kullanırdım)

Day of us

Every day is a day with love
and every love is a love with women....

3 Mart 2011 Perşembe

Gün bitmek üzereyken, yazma isteğimi kaybetmeme sebep olanlara inat yazma kararı verdim. Elbetteki kaçınılan kişi ben değilim, benim yazdıklarım değil. Ancak çoğunluğun içinde olarak, insan olmanın özgürlüklerine karşı yıkılmadığımızı göstermek için kelimelerimizi birbiri ardına dizmemiz gerek. Ve bende isteğimi kaybetmek yerine daha da körüklemeliyim. Kendi iç dünyamdan bahsettim bugüne kadar yazdıklarımda, oysaki dış dünyada neler olup bitiyordu o sıralarda da. Mutsuz olmamak uğruna düşüncelerimi uzak tutmaya, örtbas etmeye çalışsam da faydası olamadı hiçbir zaman. Hep bir ümit taşıdım içimde. Belkide ilk kez bu ümidim yok olmaya başladı, içimde kalan o son çocuksu düşünce de yok olmaya başladı. Evet kırılma anı yaşadım. Ve artık dış dünyamla yüzleşmeli ve o dünyanın peşine koşmalıyım dedim kendime. Ama nasıl? İşte bunu da cevaplayabilseydim, asıl ozaman kırılıp kabuğumun dışına çıkmak kolay olurdu.

2 Mart 2011 Çarşamba

Follow my blog with bloglovin

Beynimize erişim engellenebilmişmi?

Nasıl ya nasıl yaa, nerde mi yaşıyoruz demeliyim, hangi zamanda yaşıyoruz mu demeliyim, yada hiçbirşey demeyip sessiz olup, vakti geldiğinde hayata ağzımda bir fermuar, gözümde at gözlüğü, kafamda kocaman bir boşlukla mı veda etmeliyim? Bilemedim değil biliyorum olmalı şuan. Hergün yeni bir yasakla insanlığımızdan, insanı diğer canlılardan ayıran 'düşünebilme' kabiliyetimizden vazgeçirtiliyorken, bu belkide sabır taşmasının kırılma anı oldu.Artık 3 maymunu oynamak mümkün müdür ki? Bir maymun olarak nasıl yaşanırki? Binbir maymunluğun yaşandığı yerde bizlerde maymun oldukta 'düşünemez' hale getirtildik işte.
Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste' diyen bunu hangi şartlar altında demiş acaba. Hergün yüzlerce ah alanlar niye hala ah dedirtiyorlar öyleyse??? Kopma noktasına gelinecek elbet, piramitlerin uzerindeki gölge bizim üzerimizde de kendini gösterecek. Yasaklar çiğnenmek, isyan etmek, yasakları yok etmek içindir. Bu küçüklükten kazınmıştır insanoğlunun beynine, ölene dek de bu his vardır zihninde...

1 Mart 2011 Salı

Karanlıktan şikayet edeceğine bir mum da sen yak...
Konfüçyus

28 Şubat 2011 Pazartesi

Aşa ve aşka zamanı karıştırmayacaksın. Acıkınca yiyeceksin, canın çekince de sevişeceksin. Tarife saat girerse lezzet, aşka saat girerse şehvet çıkar gider...

'Zamanya' kitabından...

Zaman ya hayatımı alıp götüren... Koşarken akrebin peşine, kaçar gider yelkovan berimde...
Zaman ya beni yarında yaşatan, şimdilerimi yaşayamadan arkama atan...
İşte bendeki zaman kavramı, bir kitap halini almış ki, ya zamanı benden alacak, ya zamana beni bağlayacak...

23 Şubat 2011 Çarşamba

3. Sene konuşması, benden, kısacık...

3 seneymiş daha... Uzunca bi hesap yapacağımı beklerken, 7 parmağım açık kaldı:)) okadar uzunmu geçti zaman, ya da dolu muydu daha fazla parmağa yayılacağını sanacak kadar? Her ne idiyse de bugün üçüncü yılında...
Üzerimde yeşil Peter Pan polarım vardı o gece. O sene daha sıcak olmalı bugün. Belki hava belki söyleyeceklerim, duyacaklarımdı ısıtan. Ne idik o gece, neler olduk 3 sene içinde ve neyiz şimdi. O gece havada gidip gelen sözler, bugün deftere kalıcı olarak işlendi. Güzel de oldu ki işlendi kalbimize de.
Hayırlısı oldu, hayırları olsun...

22 Şubat 2011 Salı

Belkide bukadar titiz olmamaliyim, ya da ben titiz değil 'sorunlu' yum. Sinirlenecek ne var demeliyken kendime, hırlıyorum içimden, insanlar niye bukadar dikkatsiz diye. Ve soruyorum; niye? Vurdumduyar olmaktan ya şikayetim, duymasam ne olur, zor mudur, bana zordur...
Tamam, dikkatsizlikleri, umursamazlıkları içinde kendi sularında şerbet olsunlar.. Ama bana ulaşmasın yapış yapış şekerleri...
Evet biraz süre geçti yazmayalı, yazdıran olalı ama zaman olmayalı.. Ve daha da dar zamanda patlama istegi verdi elime tel.u, gün boyunca ilk buluşmamızda içimi döktürdü...
Sinir oluyorum düzensizliğe, pisliğe, dağınıklığa, emir cümlelerine, boş sözlere, abartılı tepkilere, dikkatsizliğe, saçmaliklara, naza.... Dahası da var, ama artık saymaya kelimeler yetmez...

11 Şubat 2011 Cuma

Benle birlikte takılmayı özlemişim,Taksimi özlediğim gibi....Tek başıma yemeyi, tek başıma gezmeyi, tek başıma alışveriş yapmayı...Sadece BEN olmayı.....

3 Şubat 2011 Perşembe

26 Ocak 2011 Çarşamba