Aciliyetlerden sıkıldım,hayatı 'acil' yaşarken kaçırdıklarımı, göremediklerimi, görüpte zamansızlıktan ertelediklerimi sonu gelen senede bırakıp, hepsini önümdeki seneye katmak istiyorum, umuyorum, inanıyorum, başaracağım....
Bitmedi....
Geçen senenin getiri-götürü, gelen senenin -eceklerinden bahsetmeden bu sene bitmez....
Gün içinde devam-umarım-
31 Aralık 2010 Cuma
30 Aralık 2010 Perşembe
Tim Burton-Gözleri Çivili Çocuk
Gözleri çivili çocuk
Alüminyum ağacını süsledi
Hayli garipti ağacın hali
Çocuk aslında göremiyordu ki.
Tim Burton'ın yine aynı kitabından bir başka şiir. Kitapta şiirlerini çizimlerle desteklemiş ve bu videodaki karakter de aslında kitaptaki çiziminin animasyona dönüşümü. İlgimi çekti, uyumam gerekli ama Tim Burton videolarına takılmış durumdayım=))
Tim Burton-İstridye Çocuğun Hüzünlü Ölümü
Evlilik teklifi bir kumsalda oldu
Düğün deniz kıyısında
Dokuz günlük balayı
Geçti Capri Adasında
Akşam yemekleri harikulad
İstridye ve balık güveç,dumanı üstünde
Damar ziyafetin tadını çıkarıyordu ki
Gelin içinden bir dilek diledi
Dileği gerçekleşti-bir bebek dünyaya getirdi.
Ama bu ufaklık bir insan mıydı?
Şey.
belki.
Ellerde ayaklarda on parmak
Kafası çalışıyor,gözleri de sağlam
İşitiyor,hissediyor da
Ama normal mi?
Pek sanmam.
Bu olağandışı doğum,bu hilkat garibesi
Kötü talihlerinin başı,sonu ve özetiydi
Kadın doktora bağırdı:
''Benim çocuğum olamaz bu.
Üzerinde okyanus,yosun,tuzlu su kokusu.''
''Kendinizi şanslı sayın,daha geçen hafta
rastladım üç kulaklıve gagalı bir kıza.
Oğlunuz yarı-istridye diye
beni suçlayamazsınız.
Deniz kenarında bir eve
taşınmaya ne dersiniz?''
Uygun bir isim bulamayınca
Ona Sam dediler sadece,Yda bazen
''Şu garip şey,hani benzeyen midyeye''
Akıllarda aynı soru,kimse cesaret edemiyor sormaya
İstridye Çocuk kabuğundan nezaman çıkacak acaba?
Thompson dördüzleri bir gün onu uzaktan gözlerken
''Midyeee'' diye bağırıp sıvıştılar hemen
Bir bahar öğle sonrası
Dışarıda unutuldu Sam ve yağmura yakalandı
Seaview ve Main'in köşesinde
Oturup izledi yağmur sularının
kanalizasyona akışını
Annesiyse emniyet şeridinde
Durmuş arabayı yumrukluyordu
İçinde büyüyen kederi
Hüsranı
Acıyı
Kontrol edemiyordu
Dedi ki''Gerçekten hayatım,
dalga geçmek değil niyetim
ama bir şey balık gibi kokuyor
ve bu oğlumuz korkarım.
Bunu söylemek istemezdim,ama yapmalıyım biliyorsun
Yataktaki sorunların için oğlumuzu suçluyorsun.''
Merhemler,kremler
Herşeyi kıpkırmıı yapan.
İksirler,losyonlar
Kurşunlu karışımlar
Denemediği şey kalmadı
Ağrılar çekip kanatana kadar kaşındı
Doktor teşhisi koydu
''Emin olamam ama
belkide derdinizin dermanı,onun kaynağında.
İstridye cinsel gücü arttırır derler
Oülunuzu yerseniz,az gelir size saatler!''
Adam parmak uçlarında yaklaştı
Sinsice odaya daldı
Alnında ter
Dilinde yalan vardı
''Evlat burnumu sokmak istemem ama mutlu musun?
Hiç cenneti düşlemiyor musun?
Ölmeyi içinden geçirmiyor musun?''
Sam gözlerini kırptı
Ama ses çıkarmadı
Babası kravatını gevşetip,bıçağını kavradı
Tutup kaldırınca oğlunu
Sam ceketine damladı
Dayayınca ağzını kabuklara
Kayıverdi boğazından aşağı
Çabucak gömdüler Sam'i deniz kıyısına
-bir damla gözyaşı,bir nefes dua-
Eve çoktan dönmüşlerdi sabah olduğunda
Tahta parçalarından bir haç mezarın başında
Kuma yazılmış bir temenni
''Kurtarır İsa''
Ama silindi hatırası
Kıyıya vuran ilg dalgayla.
Evde rahat yataklarında
Öptü karısını ve dedi ona:
''Haydı bir deneyelim.''
''Ama bu kez'' fısıldadı kadın,''bir kız dileyelim.''
Etkisinde kalarak,okumaya devam etmekte olduğum kitaptan bir bölümü paylaşmak istedim. Tim Burton yine herzaman ki gibi yapmış yapacağını,insan olmadığını,bu dünya üzerinde yaşayan ne olduğunu anlayamadığımız bir canlı olduğunu bir kez daha göstermiş bize. Filmlerini büyük bir ilgilyle takip ettiğim, yenilerini sabırsızlıkla beklediğim ve gerçekten yazarlığını-yönetmenliğini takdir ettiğim Burton'ın bu şiir kitabını isminden ve dolayısıyla Tim Burton imzası taşımasından dolayı merak ederek okumaya başladım. Karakterlerin hepsi sıradışı, ama ortak noktaları var, insan gibi düşünmek,insan gibi hissetmek. Nasıl bir canlı olurlarsa olsunlar insani yanları muhakkak var.
Küçük hikayelerden oluşuyor kitap,şiirleri okumaya başlayınca kendimi o dünyanın etkisi altına girmiş gibi hissettim. Ve bu yukarda yazdığım ise ana karakter,kitabın ismini aldığı karakter. En çok bu hikaye beni etkiledi,istridye çocuğun bu şekilde ölümünü beklemiyordum belkide.Hep iyi sonlar bekleriz ya, hele de bu tip çocuksu,şiirsel kitapta insan mutlu son olacağına kendini inandırıyor.Ama bu hikaye öyle bitmedi...
Neyse,ben yatağıma geçip birkaç bölüm daha okuyacağım....
İyi geceler bana,sana,bize...
27 Aralık 2010 Pazartesi
Hasta olup yatasım var,biryere gidemeyecek kadar olasım var. Dinlenmek için elimdeki tek şansın -ki ona şans denir mi- hasta olup yatağa düşmek olması ne acınası, trajikomik bir durum!!! Hayatimda iki kez yatağa düşecek duruma geldim, biri ödemişte proje gezisine, diğeride Kapadokyada workshop gezisine denk geldi. Ama masabaşı oturup kara duvara bakarken denk gelmez iste... Yine bir gezi planı yapıpta kandırsammı kendimi de bi hastalık izni versem kendime??? Amaç işten kaytarmak değil, amaç kendi içimdeki hasta ruhlu ev hanımlığından kaçmak. Başka türlü izin kullanamayacak bedenim, hasta ruh hastalığından kurtulmadıkça.
Enazından bi gripcik olayım, h.sonuna da denk gelse olur, yatsam elimde sümüklü mendillerimle. Ama yok işte, hep ucundan dönüyorum, ki o daha kötü, halsiz halde bütün gün konsantre olma çabası vermek...
Çizmeye devam...
Ne olurdu şu renkli çizgiler yuvarlanıverseler,aralarını dolduruverseler, resme dönüşüverseler? Üçüncü boyuta geçmek istiyorum, ikinci boyutta tıkıldım kaldım...
Enazından bi gripcik olayım, h.sonuna da denk gelse olur, yatsam elimde sümüklü mendillerimle. Ama yok işte, hep ucundan dönüyorum, ki o daha kötü, halsiz halde bütün gün konsantre olma çabası vermek...
Çizmeye devam...
Ne olurdu şu renkli çizgiler yuvarlanıverseler,aralarını dolduruverseler, resme dönüşüverseler? Üçüncü boyuta geçmek istiyorum, ikinci boyutta tıkıldım kaldım...
22 Aralık 2010 Çarşamba
14 Aralık 2010 Salı
Üniversite yıllarındaki gibi...
Uykusuzluktan gözlerimizin altı mosmorken hala yapılacak yığınla işin olduğu o üniversite yıllarında keyfini süremedim-k ..Oysaki gerçek hayatın o uykusuz ama canlı hayattan daha sıkıcı olduğunu, o dönemler bitipte yerini kölelik aldığında farkettim. Değerini bilemedim, ama dün akşam kesinlikle çok keyif aldım yaptığım şeyden. Ve ilk kez herkesin çayını alıp tv karşısına geçtiği saatte ben hala ofiste çalışıyor olduğum için söylenmedim içimden, saymadım kaderime:) Bana bir taş oldu kafama düşüpte işte bu dediğim. İşte bu!!! Ben üretmek için varım, ben tasarlamak için varım, ben güzelleştirmek için varım, ben kendim adına tüm bunları yapıp kendi iç huzuruma erişmek için varım...
Yapacağımda, hayat aynı sandalyenin üstünde kapkara geçmeyecek elbette...
7 Aralık 2010 Salı
Let's Never Stop Falling In Love-Pink Martini
When you are near, everything is clear
Earth is a beautiful heaven
Always I hope that we shine like the star
And be forever floating above
I know a falling star can't fall forever
But let's never stop falling in love.
6 Aralık 2010 Pazartesi
Autocad sıkkınlığının dışa vurduğu an
Masamdaki minik arkadaşlarım da olmasa kendimi kaybedeceğim bu autocadin içinde:)) Onlar benim yoldaşlarım, sıkıldığım ve günün ilerleyen saatlerinde kararan havayla dışarıyı izleyemememin tek eğlencesi:))
Bazen kendilerini klavyenin tepesinde, bazen ojelerimin arasinda, bazende masaya açılan A0 paftalar yüzünden yerde bulsalar da, mecburen benimleler:)
3 Aralık 2010 Cuma

Yeni bir seneye girmemize kisa bir zaman kaldi. Busefer hüzünlü değilim, zaman ne çabuk geçiyor gibi bir yorum yapamayacağım. Çünkü uzun bir sene oldu benim için, hakkını vermeli.
Seneye hiç alakam olmayan, hiç tanımadığım insanlarla hiç tanımadığım biryerde girmiştim... Prag'da.... Sanki üzerinden seneler geçmiş gibi. Dönüşüm için dört gözle beklerken, dönmemle kendimi ne olduğunu bile anlayamadığım bir kosturmacanın içinde buldum. İş aradım, iş degiştirdim, yüksek lisans derslerimi bitirdim, sözlendim, nişanlandım, hatta evlendim:))
Yani oldukça dolu, olması gerektiği kadar uzunlukta, hatta belkide daha da uzun bir seneyi atlattim, sayılır hala bitmedi:))
Yoruldum, kendime yakıştıramadığım şekilde bunaldım... Ama sonucu: kendi evimde kendi yemeğimi yapıyorum, iki kişilik bir hayat yaşıyorum, özlüyorum, eve gitmek için sabırsızlaniyorum....
Yeni sene ne getirecek busefer gerçekten bilmiyorum. Hep olacaklar planlıydı benim için, ne istediğimi veya neyi istemediğimi bildim hep. Ama şimdi bilmiyorum. Nerede çalışıyor olacağım, nerede yaşıyor olacağım, ne iş yapıyor olacagım, tatilim olacak mı, tezimi bitirecek miyim yoksa bırakacak mıyım:S Hepsi muallak benim için.. Ama kesin olan bir şey var, o da evli olmaya devam edecek olmam:))
Ofiste hayallerim muhabbeti yapmak için vakit kısıtlı, bukadar yazmakla yetinmeliyim şimdilik...
Yine güneşli bir gün, tatil havasında takılıyorum güneş tam karşımdan bana gülümserken.... Haydi devam çizmeye :))
1 Aralık 2010 Çarşamba
30 Kasım 2010 Salı
'Sıkıldım sıkıldım uçmak istiyorum.' İçimden her sıkıldığımı söylediğimde devamı bu şarkının sözleriyle gelir. Ve çoğunlukla da gerçekten uçmak isterim o an,tıpkı şuan olduğu gibi. Uçmak istiyorum, kanatlanip o boşluğa salıvermek istiyorum kendimi. Dünyayı vaziyet plani gibi görmek istiyorum. Giriş çıkışları, yolları,mekanların birbiriyle olan ilişkisi,ve insanların birbirine olan yabancılığı-dostluğu...
Bazen sanki ruhumla inanırsam, o güce ulaşırsam gerçekten ayaklarım yerden kesilebilirmiş gibi gelir. Hatta düşünce gücümle odaklanmaya çalışırim, kanatlarım alsın götürsün beni,kacırsın beni düsüncelerimden,düsündürtenlerden... Hayalini kurarim bulutların üzerinde bütün yorgunluğumu attığımı,kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadan,zaman-mekan bilmeden yalnızca kendim için varolduğumu... Tabi sonra bu süreç çok kısadır, aldığı yere geri bırakır beni hayallerim. Birkez daha başaramamışımdır kanatlanmayı...
Yine koltuğumda,çizimin başımda,elim mausta,bakmaya devam vaziyet planına ekrandan....
Bazen sanki ruhumla inanırsam, o güce ulaşırsam gerçekten ayaklarım yerden kesilebilirmiş gibi gelir. Hatta düşünce gücümle odaklanmaya çalışırim, kanatlarım alsın götürsün beni,kacırsın beni düsüncelerimden,düsündürtenlerden... Hayalini kurarim bulutların üzerinde bütün yorgunluğumu attığımı,kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadan,zaman-mekan bilmeden yalnızca kendim için varolduğumu... Tabi sonra bu süreç çok kısadır, aldığı yere geri bırakır beni hayallerim. Birkez daha başaramamışımdır kanatlanmayı...
Yine koltuğumda,çizimin başımda,elim mausta,bakmaya devam vaziyet planına ekrandan....
Contemporary İstanbul 2010
Haftasonu,benim için uzun zamandır ihtiyaç duyduğum ve ilaç gibi gelen bu sergiye katıldım. Kesinlikle harika bir sergiydi. Tasarım zaten hayatımın vazgeçilmezi, belki tasarlayan olma yolunda çok çabam olmuyor ama yapılanları büyük bir keyif ve istekle izliyorum.
Yine her sergi sonrası olduğum gibi yine büyük bir 'bende yapabilirim,yapacağım' arzusu uyandı içimde. İçimde istek ve kendime güven geldi. Ve yine kendimi sorgulama...Ben niye yerimde sayıyorum, bende sanatçı kökenli bir mesleğin sahibiyim, elimde belki az belki çok yetenek de var,niye ben yokum onların arasında? Tembellik..tek sebep bu...
Sadece yağlı boya tablolardan ibaret,bilindik teknikler klasikleşmiş sanat görmek çok beni etkilemiyor. O tarz sergilerden de keyif almıyorum. Belki yanlış yapıyorum, ayrım yapmamalıyım ama ben gerçekten birşeyler yaratanı seviyorum. Olmayanı yakalayanı, benim göremediklerimi göreni...Ve bu sergi de bana bunları gösterdi. Neleri kullanarak neler yapabileceğimi gördüm,ufkumu genişletti.İyi de etti..
Uzak kalamayacağımı, ne mimarlıktan ne tasarımdan ne de sanattan, daha iyi anladım. Yapmasamda, yapabileceğim düşüncesi, içimde yarattığı kıpırtı bile harika bir his. Kafamda şimşekler çaktı her birine baktığımda. Bir an evvel kendime boş vakit yaratıp biryerlerden başlama isteği yarattı içimde.
Artık görüyorum ki resim,heykel ve yeni yeni çıkan ismini bilemediğim sanat dalları, artık hiçbirisi eski 'sanat para etmez' sözünü doğrulamıyor. Artık sanat gerçekten para ediyor. Sergide bunu da doğrulamış olduk. Binlerce TL ye onlarca eser satıldı. Ve okadar edermiydi dedirtti bana! Emek tabiki karşılık bulmalı ama karşılığı bukadar fazla olabiliyormu emeğin? Öyleyse biz niye mimar olduk!!Okadar emek verdik,veriyoruz, hani nerede bunun karşılığı? Bir ressam olsam, sene de 1 tane tablo yapsam ve satsam, bütün sene boş gezsem, daha mı iyiydi? Dengesi yok bunun herhalde. Biraz şans, biraz zeka, biraz da çaba....
Yine her sergi sonrası olduğum gibi yine büyük bir 'bende yapabilirim,yapacağım' arzusu uyandı içimde. İçimde istek ve kendime güven geldi. Ve yine kendimi sorgulama...Ben niye yerimde sayıyorum, bende sanatçı kökenli bir mesleğin sahibiyim, elimde belki az belki çok yetenek de var,niye ben yokum onların arasında? Tembellik..tek sebep bu...
Sadece yağlı boya tablolardan ibaret,bilindik teknikler klasikleşmiş sanat görmek çok beni etkilemiyor. O tarz sergilerden de keyif almıyorum. Belki yanlış yapıyorum, ayrım yapmamalıyım ama ben gerçekten birşeyler yaratanı seviyorum. Olmayanı yakalayanı, benim göremediklerimi göreni...Ve bu sergi de bana bunları gösterdi. Neleri kullanarak neler yapabileceğimi gördüm,ufkumu genişletti.İyi de etti..
Uzak kalamayacağımı, ne mimarlıktan ne tasarımdan ne de sanattan, daha iyi anladım. Yapmasamda, yapabileceğim düşüncesi, içimde yarattığı kıpırtı bile harika bir his. Kafamda şimşekler çaktı her birine baktığımda. Bir an evvel kendime boş vakit yaratıp biryerlerden başlama isteği yarattı içimde.
Artık görüyorum ki resim,heykel ve yeni yeni çıkan ismini bilemediğim sanat dalları, artık hiçbirisi eski 'sanat para etmez' sözünü doğrulamıyor. Artık sanat gerçekten para ediyor. Sergide bunu da doğrulamış olduk. Binlerce TL ye onlarca eser satıldı. Ve okadar edermiydi dedirtti bana! Emek tabiki karşılık bulmalı ama karşılığı bukadar fazla olabiliyormu emeğin? Öyleyse biz niye mimar olduk!!Okadar emek verdik,veriyoruz, hani nerede bunun karşılığı? Bir ressam olsam, sene de 1 tane tablo yapsam ve satsam, bütün sene boş gezsem, daha mı iyiydi? Dengesi yok bunun herhalde. Biraz şans, biraz zeka, biraz da çaba....
29 Kasım 2010 Pazartesi
26 Kasım 2010 Cuma
25 Kasım 2010 Perşembe
Eflatun'a iki soru sormuşlar:
Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?
Eflatun tek tek sıralamış:
"Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.
Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.
Ama sağlıklarını geri almak için para öderler.
Yarından endişe ederken bu günü unuturlar.
Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler."
Sıra gelmiş ikinci soruya;
"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış:
"Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın.
Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.
ÖNEMLİ OLAN; HAYATTA EN ÇOK ŞEYE SAHİP
OLMAK DEĞİL, EN AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYMAKTIR.
eflatun
Nekadar çok şey istiyoruz hayattan,bazen onun vermesini beklemek bize imkansızı beklemek gibi geliyor.Ama aslında o bize verecektir ihtiyacımız olanı, sadece biraz çaba ve beklemektir bizim yapmamız gereken. Ama tabiki yetinemeyiz hiçbir zaman,hep daha fazlasını ister insan. Bunun sonu yoktur ki, bugün param olsun isterim,yarın param olduğunda araba almak isterim,yarın araba aldığımda onunla uzaklara gitmek isterim,onunla uzaklara gittiğimde oralarda kalmak isterim,oralarda kaldığımda evimi özler geri dönerim.Ve yine herşey başa döner.
Biz nezaman elimizdekiyle yetinebiliriz ki?Yaşamın sürmesinin sebebi zaten bizim isteklerimizi gerçekleştirecek olmasının umudu değil midirki?
İstemek güzel,istemeden zaten bu dünyadaki varlığımızın bir anlamı olmaz, ama sahip olduklarımızın kıymeti nerede peki?
Bende sürekli 'isteyen' taraftayım aslında.Yarın için planım bu,isteklerimi gerçekleştirmek. Ama yarın onların gerçekleşmesi için bir şey yapacak mıyım acaba?
Eflatun güzel demiş,bir taraftan yapıyorken birtaraften yıkıyorken, bazen bırkıvermek lazım şu hayatı akışına. Okyanus olacağım derken çöle dönüşmek de var.
Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?
Eflatun tek tek sıralamış:
"Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.
Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.
Ama sağlıklarını geri almak için para öderler.
Yarından endişe ederken bu günü unuturlar.
Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler."
Sıra gelmiş ikinci soruya;
"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış:
"Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın.
Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.
ÖNEMLİ OLAN; HAYATTA EN ÇOK ŞEYE SAHİP
OLMAK DEĞİL, EN AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYMAKTIR.
eflatun
Nekadar çok şey istiyoruz hayattan,bazen onun vermesini beklemek bize imkansızı beklemek gibi geliyor.Ama aslında o bize verecektir ihtiyacımız olanı, sadece biraz çaba ve beklemektir bizim yapmamız gereken. Ama tabiki yetinemeyiz hiçbir zaman,hep daha fazlasını ister insan. Bunun sonu yoktur ki, bugün param olsun isterim,yarın param olduğunda araba almak isterim,yarın araba aldığımda onunla uzaklara gitmek isterim,onunla uzaklara gittiğimde oralarda kalmak isterim,oralarda kaldığımda evimi özler geri dönerim.Ve yine herşey başa döner.
Biz nezaman elimizdekiyle yetinebiliriz ki?Yaşamın sürmesinin sebebi zaten bizim isteklerimizi gerçekleştirecek olmasının umudu değil midirki?
İstemek güzel,istemeden zaten bu dünyadaki varlığımızın bir anlamı olmaz, ama sahip olduklarımızın kıymeti nerede peki?
Bende sürekli 'isteyen' taraftayım aslında.Yarın için planım bu,isteklerimi gerçekleştirmek. Ama yarın onların gerçekleşmesi için bir şey yapacak mıyım acaba?
Eflatun güzel demiş,bir taraftan yapıyorken birtaraften yıkıyorken, bazen bırkıvermek lazım şu hayatı akışına. Okyanus olacağım derken çöle dönüşmek de var.
Yeni semsiyemle artık saçlarım daha kuru:)

Nihayet şemsiyem ve patronumun bana avusturyadan getirdiği şalımı birarada kullanacak 'yağmura' kavuştum:) Yağmurlu havada dışarda olmayı hiç sevmem, ama yeni eşya kullanma hevesiyle haftalardır yağsın diye dua ettim. Ve nihayet bugün yağmuruma kavuştum. Otobüsün en arkasında, yola şıpır şıpır düşen damlaları, iki tarafta ileriye doğru geri giden binaları izlemek müthiş keyifli.
Heyy masama güneş doğdu, biryerlerde gökkuşağı çıkmış olmalı, bütün renkleriyle. Sanki yaz yağmurundan yeni uyanmış gibi toprak, ıslak ve pırıl pırıl.
Güzel bir gün olması için içimden kırk kere bunu tekrarlamalıyim..Güzel bir gün olacak,güzel bir gün olacak, güzel bir gün ....
24 Kasım 2010 Çarşamba
Cok bunaldım. Sanırım artık bu işteki ömrümü tüketmeye başladım. Artık eskisi gibi keyifle ve istekle gelmiyorum ofise. Öğrenecek daha çok şeyim varken, yerimde sayıyor olmak içimdeki isteği azaltıyor. Sorumluluklarım giderek azalıyor, oysaki burada alinabilecek bir sürü sorumluluk, öğrenilecek birsürü şey var. Ama ben, artık aynı binaları evirip çevirip revize etmekten sıkıldım. Artık bana yetmiyor,daha fazlasını yapmak istiyorum. Ve bu düşünceler de kafamdayken, biryandan da hergünkü ' saatimde çıkabilecek miyim acaba' diye sorup dururken, adapte olamıyorum işe, istek de duyamıyorum :( Oysaki hem yaptığım iş, hem birlikte çalıştığım kişileri bukadar severken...
Yine 6 ayı geçemeyecekmi burdaki ömrüm acaba?
Yine 6 ayı geçemeyecekmi burdaki ömrüm acaba?
23 Kasım 2010 Salı

Yine bir sabah daha kara ekran karşısına geçtik. Güzel bir gün gibi ama. Doğayla içiçe masamda, koltuğuma oturmuş bazen dökülen yaprakları, bazen hatta dökülen gül yapraklarını izliyorum. Hatta bazen güneş bana gülen yüzünu gösteriyor ve benimde yüzümde bir gülümseme oluşturuyor, şuanda olduğu gibi.
Hadi bakalım, günün sonuda gülen yüzle bite :))
22 Kasım 2010 Pazartesi
Sonrası tatil öncesi..
Kurban bayramına kaç gün var? Ama dur,bayram geçti bile,ben tatil olduğunu unutupta işe mi geldim acaba? Bu üzerimdeki yorgunluk niye?
15 Kasım 2010 Pazartesi
Nineler gibi: nerde eski bayramlar:))
Küçükken bayramlar daha heyecanlı olurdu,yeni kıyafetler almak ve bir gün öncesinde ertesi gün onları giyecek olmanın sabırsızlığını yaşamak... 'Eski bayramlar' denen bayramlarda ben daha doğmamıştım ama benim küçüklük bayramlarım da bugünkinden daha heyecanlıydı. Benim çocuklarım bayramları bilecek mi acaba?
Nefret bankalar....
Bankalardan nefret ediyorum, aslında bütün devlet kurumlarından ediyorum. Nasıl olsa işini yapsın yapmadın maaşını alıyo, umrunda mı adamın, orda saatlerdir adamın keyfi gelsin de işini halletsin diye dikilenler!! Bunu şuan 1 saattir daha 10 kişiye bakabilmiş olan Ziraat bankasında sinirle ve ama sabırla ( hala) beklerken yazıyorum. Zaman, daha doğrusu sıra geçmek bilmiyor çünkü:((
Şarjımda bitiyor,daha yazamayacağımneyazık ki...
Şarjımda bitiyor,daha yazamayacağımneyazık ki...
14 Kasım 2010 Pazar
İnsanın özel yaşamına,mahremiyetine saldırı= hırsızlık. Nekadar rahatsız edicidir, maddi gidenler değildir insanın kafasında o ateş topunu oluşturan, hayatina yapılan tecavüzdür. Evet aşırı kızıyorum,kendi sahip olamadığı şeyler için başkalarının alnının teriyle sahip olduklarının üstüne konmak için hayatımıza davetsiz giren bu insanlara. Ama onların suçunu bile bile, göre göre onları tekrar bizim hayatlarımıza tecavüz etsinler diye salıverenlereyse bütün beddualarım...
(kaynamam ve eltimin evlerindeki hırsızlık vakası yine sinirlerimi gerdi)
(kaynamam ve eltimin evlerindeki hırsızlık vakası yine sinirlerimi gerdi)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)