26 Mayıs 2011 Perşembe

Kuş sesleri..
Çimen kokusu...
Tek isteğim bu.
Çimenlere uzanıp, gözlerimi kapatmak ve ruhumu serbest bırakmak...
Yerçekimini ters çevirip uzaklaşmak ne varsa yeryüzünde... Herşeyden hem de, üzerimde tek bir ağırlık olmadan...

Çok şey mi istiyorum???
Baş ağrısı, mide bulantısı, bazı bazı baş dönmesi,  gerilim ve korku dolu rüyalar, kafada bir tek 'iş' düşüncesi, ağır sorumluluk, yorgunluk,bunalım, sıkıntı, stres, umutsuzluk, bekleyiş-bitmeyiş...Bütün bu duyguları 'iş' yaşatabilir mi insana? Hayret ediyorum, kendime ediyorum, işin hayatımı ele geçirmesine izin verdiğim için.

Aptallık..

Soru   : Karşılığını almadan kölelik yapan aptala ne denir?
Cevap: Mimar...

Zaten karşılığını alsak adı 'kölelik' olmazdı...

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Uyuyamıyorum... Rahatım yerinde, gündüzün yoğunluğuna rağmen kafam uzun zamandır olmadığım kadar rahat... Evet rahat, birçok düşünceye kapadım kendimi, uçağa bindiğim anda.İstemeden oldu, zaten istesem beceremezdim bu kadar, kafamdaki abuk subuk düşünceleri atmayı.Ama oldu işte, ihtiyacımın en fazla olduğu biranda çıkan seyahatim beni bir süre idare edecek gibi görünüyor.Ama uyuyamıyorum, yalnızlıktan uyuyamıyorum işte....

17 Mayıs 2011 Salı

Öyle Bir Geçiyor Zamanki, Ne olur Azıcık Dursa Sanki....

Yok yok, ben bu diziyi daha fazla izlemeye devam edemeyeceğim.
İnci hocaya mı üzüleyim, Ali kaptana mı küfredeyim, Cemileye mi acıyayım... Bu diziyi de izleme izleme, bi başıma gurbet ellerde olduğum zamanı buldum izlemek için. Yok olmadı, ben Vampire Diaries izlesem daha iyi...

men bayırda gözlerem

Uzun zaman sonra hiçbir şey yapmak zorunda olmamaya ihtiyacım varmış. Her yurtdışı seyahatinde yaşadığım gibi yine içim biraz buruk ayrıldım İstanbuldan. Ama Bakü'ye varınca hiç yabancılık çekmedim. Azerileri hep sevmiştim, tv ekranlarındaki komik konuşmalarıydı tabi buna sebep=) Ama gerçekten de bugün karşılaştıklarımın hepsi öyle candandı ki, tabi yine konuşma şekilleri de buna sebep. Ama sıcak kanlı olduklarını (belkide ikimizde Türk olduğumuz için) inkar edemem. İlk duyduğum cümle ile güzel başladım,beni karşılayan adamın,ben wc.ye gittiğimde 'men bayırda gözlerem' demesi yetti bana=)  Türkçeyi çok rahat anlıyorlar tabi, ama bizim onları anlamamız biraz zor oluyor. Fotoğraf çekmek için çıktığımda birsürü kişiyle muhabbet ettim,bazı dedikleri şeyleri tekrarlatmak zorunda kalıyorum. Ama yine de anlaşma problemimiz yok neyseki.Yola çıktığımda biraz gergindim, ülke ülke gezme konusunda biraz tecrübem olsa da, cesaretim yüksek olsa da, uçağa binene kadar ki gerginliğim geçmiyor. Aslında gerginlik de değil, geride kalanların özlemi. Tabi abartmiyim şimdi, Pazar günü evimde kahvaltı ediyor olacağım=) Neyse evet şuan odada yalnız başıma Öyle Bir Geçer Zamanki izliyor olmanın da duygusallığını yaşıyor olmalıyım=)) Konuya dönecek olursam, Baküdeyim işte. İş sebebiyle geldim, gezi sebebiyle olmasını daha tercih ederdim=) veya yanımda eşimin olmasını... Ama sonuç olarak yalnız başımayım, yoğun ofis çalışması içinde olacağım bir 3 gün beni bekliyor. Ama buranın havasını da solumadan olmaz. Otele giriş yapar yapmaz kendimi sokaklara attım. Otelin çevresinde fotoğraf çekmek için daha dinlenmeden, güneşin son saatlerini değerlendirmek istedim. İstanbula dönünce diğer bloğuma ekleyeceğim, şuan onları hazırlamakla uğraşamayacak kadar tembellik yapasım var.
Burada olduğum sürece epey yazacağım gibi geliyor, bu biraz geyik bir başlangıç oldu ama sonrası daha kendimden olur herhalde. Malum, vaktimi kendimle geçireceğim için, konuşmaya ihtiyaç duyacağım için,-ki bundan da oldukça memnun olacağım için...yazmalıyım.
Ama şuan bu yazıya son vereceğim,cümlelerim arası farklı hatlar çizmeye başladı.
Bitti..
İyi geceler...+2 saat sonra bu saati yaşayacak olan istanbuluma 'geceniz heyre galsııın'...

15 Mayıs 2011 Pazar

Beyin planlamayı doğru yapsın ki, ayaklar yanlış yola sapmasın...

12 mayıs tarihinin özlü sözümdü ama nedense son yazdıklarım ilginçtir silinmiş. Zaten bloklara da giremiyordum. Sanırım yavaş yavaş bizi 22 ağustosa alıştırmaya çalışıyorlar :((

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Neden bütün şarkılar hep aşk uzerine? Aşk hayatın merkezinde,evet, ama aşk sadece sevgili, kadın-erkek demek değilki. Başka aşklarımız var hayatta birsürü, ama nedense bizler birtek karşı cinsle olan aşkı kendimize konu edinmişiz şarkılarda... Evet sadece şarkıları ünlemliyorum, şiirler romanlar filmler diğer aşklarımızı da yaşatıyor bize, ama şarkılar hep aynı.

Her yeni sanatçı çıktığında, eğer müziğiyle beni tavlayamamışsa, konusuna bakarım istemeden. Eğer kavuşmayı,ayrılığı,sevgiliyi anlatıyorsa daha gözüme girmeden düşer. Çünkü yeni birinin benim kulak zevkimde barınabilmesi için diğerlerinden bir farki olmalı; sözleri, müziği,klibi vs birşey farklı olmalı ya da eğlenceli. Duygusal şarkıya, aşk şarkısına karşı değilim, severimde, ama hep ayni klişeleşmiş anlatımlardan sıkıldım. Kafama not alacak, özgün cümleler duymak istiyorum.

Bütün gün radyoda aynı şeyleri duymaktan, işten sıkıldığım kadar fazla sıkıldım...

Benjamin Button gibi yaşasaydık

Yaşlı olmak ne garip. O duruma gelmek,sanki koşturan sen değilmişsin gibi, sanki gözleri ışıl ışıl parlayan sen değilmişsin gibi,sanki hiç genç olmamışsın gibi, sanki yaşlı olmak da bir tür insan çeşidi gibi... Hepimizin sonu aynı oysaki ( normal şartlarda tabi). Ama o gün Sanki hiç bize uğramayacakmış gibi. Doğanın kanunu bu ne yazıkki. Herkes doğar yaşar ve yaşlanır yaşadığı hayatla birlikte. Ama korkuyorim işte, yaşlanmaktan da biraz ama en çok da birine muhtaç kalmaktan. Kendi suyumu içerek, kendi banyomu yaparak, kendi faturamı yatırarak veda etmek isterim hayata. Başkalarının, hele de tanımadığım ellerde gözlerimi kapatmak istemem.

Az evvel çizim yaparken bir teyze gördüm yolda, yürüyemiyordu, ufacıktı bedeni.. Adım atabilecek bile olsa ufacıktı adım atacak bacakları. İki kişi koluna girmişti, ama kaç m yol alabilir ki??

Üzülüyorum, ama doğamız bu "yaşlanmak" . Sanki yaşlanmasinı engelleyebilirmiyimki insanların? Yine de üzülüyorum işte, en Azından bu şekilde olmamalı, insan kendi bedenini taşıyarak son güne ulaşmalı. Ama kimisi için olamıyor işte. Duygulandım teyzeme, ve onun gibilete, ve onun gibi olacaklara...

10 Mayıs 2011 Salı

Bu dünyada emek kadından yemek erkekten...

Duygularımdan annem geçerken...

Anneler gününde çok yazmak istemiştim, ama fırsat olmadı...

Ben annemi çok özlüyorum...

'Bir tek annem olsun, bana birşey olmaz'...Böyle bir reklam müziği vardı, o çıktığı sıralar (ya da tv.de çok sık çıktığı sıralar) ben evinden uçmaya hazırlanan, ne olduğunu olacağını bilmez bir halde,sudan çıkmış kefal idim=) Her o reklam çıktığında başlardım ağlamaya, hayatımda hiç okadar annemi özlemedim,-ki daha ayrılmamıştım ondan... Okadar doğruydu ki o sözleri, annem olduğu sürece sanki sırtım hiç yere gelmez gibiydi... Bir tek yanımda o olsun, dünya yıkılsa bana dokunmaz gibiydi... Bunu 26 sene sonra evden ayrılırken anladım ( annem ameliyat olduğu zaman anlamaya başlamıştım aslında). Baba da insanın canıdır, ama anne olmasa baba olurmuydu!! Ve annem olmasa ben yapabilir miyim bu dünyada!!

Hala da bu özlemi duyuyorum, daha nekadar daha duyacağım bilmiyorum,insan alışıyormu bu duyguya onu da bilmiyorum. Ama hayatımdan tümden çıkabileceği fikri içime öyle oturuyorki. Çünkü annem kendimi bildim bileli ölümsüzdü. O hasta olmazdı, onun canı yanmazdı, o üşümezdi,o yaşlanmazdı,o yemeden de yaşardı, nefes almadan da yaşardı... Gözümde hep ölümsüzdü annem...Ama artık anladım ki değilmiş, o da hasta olabilirmiş, onun da canı yanabilirmiş...Ameliyathaneye doğru yol alırken farkettim bunu... O günden beri o artık bir fani oldu gözümde... Keşke kendi hayatımdan ona verebilsem diyorum . Kimbilir belki onun hayatı benden daha uzun olacak , bilinmez , ama yokluğunda olmak istemiyorum.

Anneciğim umarım benden daha uzun yaşar. Ne annem evlat acısı yaşasın isterim, ne de ben anne acısı yaşamak... Nasıl olacak bilmem...

Annemi buyüzden özlüyorum, ona birşey olursa ve ben yanında yeterince olamazsam diye... Onun güven dolu sözlerine, gözlerine, kollarına ihtiyacım bir ömür sürecek sanıyorum...

Kayıtsız şartsız tek sevgim, yargılamadan, sorgulamadan, doğuştan kabulüm...
Kendimi mutsuzluğa ittiğime inanamıyorum.Resmen mutsuzluğu kendime hayat felsefesi edinmişim, mutsuzluğumla mutluyum artık. Son 1 senemi düşündüm de, mutlu olmak için hiç uğraşmamışım, oysaki mutlu olmama sebep olacak okadar güzel şey yaşamışken...

Aptalım ben...

Bugün kendime karşı zalim günümdeyim galiba. Çünkü kızgınlığım en çok kendime, bu kafayla hayat boyu mutsuzluk abidesini oynarım ben. Hep böyle değildim, zıtlık da burada zaten. 1 senede değiştim ben (1,5 sene diyelim, Prag'da iken başladı herşey, ama onun suçlusu da BENDİM). Ve devam ettirdim, peki niye?

Yok yok, kafama Himalaya Dağları bile düşse dank etmiyor. Oyüzden demiştim ya, beynimi değiştirmek istiyorum. Sıfırdan yeni bir beyinle devam etsem bugünden sonraya, içine daha faydalı şeyleri koysam, gereksizleri hiç katmasam aralarına... Unutmak istediklerimi unutsam, hatırlamak istediklerimi hatırlasam... Daha akıllıca sürdürsem hayatımı, doğru adımla başlasam, yanlış adımlarımı geride bıraksam... Değişsem işte, mademki değişebildim, istemediğim şekilde, tümden değişsem, farklı hayallerle, düşüncelerle başlasam yeni hayatıma... Verdiğim savaşlar verilmiş olsa, aldığım dersler alınmış olsa, attığım adımlar atılmış olsa... 2. hayata başlasam işte, eski hayattan aldıklarımla, geride kalan verdiklerimle...

Ben sıkıldım kendimden, olmayacakları oldurma stresimden, kanatlarımdaki özlemden....

6 Mayıs 2011 Cuma

İşte ben böyle mutluyum. Önceden de buyüzden mutluydum, hiçbir şey beni üzemezdi... Çünkü eskiden vardım. Hayatın bu kalabalığında ben de vardım. Ben ancak var olduğumu hisettigimde mutluyum. Ve varlığım da hayattan alabilmeme bağlı. Ben günleri aynı dakikalarda yaşarken değil, farklı zamanlarda yaşayabiliyorsam, ogün sonunda farkli rüyalar görebiliyorsam, farklı şeyler düşünebiliyorsam,pişmanlık duymuyorsam,hayal kurabiliyorsam, umut taşıyabiliyorsam, yolumdan sapabiliyorsam, kısacası ben aldığım haz da tamamen özgürsem yaşadığımı hisedebiliyorum. Ve bu duyguyu uzun zaman sonra tekrar hisettim. Eski 'ben'i hisettim içimde,birkaç saatliğine o oldum, kalbim attı... Sevgiyle ayakta kalmaya calışan kalbime destek oldu bu aksam saatler.. Birlikte başardılar atmayı.

Güzel bir gecenin sonunda yüzüm gülebiliyor hala:)) Arkadaş en büyük ihtiyaç hayatıma, beni canlı tutmaya!!
Fark büyümekte.
Beyin onu yeşillendirsede kendince,
yaprak yaprak sararıp dökülmekte.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Mutlu olduğum tüm rüyalardan uyanıyorumda, bu niye rüya degil?
Beynimi degistirmek istiyorum!
Güvensizlikle hayatı nekadar sürdürür ki insan? Yaşadığım yere, insanlara, kurumlara güvenemedikten sonra ne anlamı vardır ki oralı olmanın? Arkamı dönüp gitmek çok yanlış derdim, öyledir de muhakkak, ama biz sırtımızdan vurulurken, çıkar uğruna satılırken, sırtımı yaslayacak biryerim yokken arkamı dönmeye korkarken, neden durayım ki, neden çekip gitmeyeyim ki!!!

Ben küçük çaplı kafa patlatırken, kadının erkek elinde haklarından, karakterinden olmasına karşı savaş yaşarken,aslında çok daha büyüğü yaşanıyor dışarıda. İnsanların hakları birbir elinden alınıyor, yabancıya satılıyor, bizim yerimize düşünülüp, yerimize kararlar alınıyor -ki bu hakkı ellerine vermeyenlere de aynı muamele gösteriliyor.. Kimin hakkı var ki benim bu dünya üzerinde neyi yapıp neyi yapmayacağımın kararını vermeye? Benden başkasını etkilemiyorsa buna kimsenin hakkı olmamalı. Toplum olmanın kuralı buysa ben toplum oluşturmak istemiyorum. Ben medeniyetten uzak ama kendi doğrularımla yaşamak istiyorum. Ben içimdeki küçük çocuğu anlatırken kuracağım cümlede geçen kelimeleri kara listeye bakarak seçmek istemiyorum.

Devam bile edemiyorum içimdeki kızgınlığı paylaşmaya...

3 Mayıs 2011 Salı

Öyle sıkıldım ki, sürekli çalışarak elime geçen hiçlikten... Sorun onlarda değil ki, sorun da bu işte, kızgınlığımı dile getirecek bir suçlu bulamamak, içten içten kendimi yiyip bitirmek,susmak...
Keşke herkes kendi istediği gibi görse herşeyi. Mesela bir arabaya baktiğimda, onun sarı bir vosvos olmasını istiyorsam, o bana öyle görünse, başkası onun ferrari olmasını istiyorsa ona öyle görünse... Yani madde herkes için farklı olabilse, görmek istediğimiz şekilde olsalar. Böylece sahip olmak kavramı belki de anlamsızlaşırdı. Aslında hepimiz şizofren olsaydık, olaylar, varlıklar bizimle şekillenseydi...
Sahip olamadıklarıma sahip olabilme yolları ararken aklıma gelen bir fikir işte:) İşin içinde para olmadan nasıl elde edebilirim derken işte:)))

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Sürekli eskileri özlüyorum. Ama özlediğim şey kişiler değil,öyle olsa onları tekrar görme şansı yaratırdım. Özlediğim şey mekanlar da değil, öyle olsa o mekanları ziyaret ederdim. Ben geri dönmeyecekleri için özlüyorum. Aynı kişilerle aynı mekan da olsam da o 'an' ları tekrar yaşatamayacak olmak bende özlem yaratıyor. 'Ya içindesindir zamanın ya da dışında' diye bir mısra yada bir şarkı, ya da öyle bir şey vardı işte. Herneyse, ben hep zamanın dışındayım, içinde olabilmeyi de başardığım zamanlar vardı,ama artık değil, belki ilerde....