31 Aralık 2010 Cuma

Aciliyetlerden sıkıldım,hayatı 'acil' yaşarken kaçırdıklarımı, göremediklerimi, görüpte zamansızlıktan ertelediklerimi sonu gelen senede bırakıp, hepsini önümdeki seneye katmak istiyorum, umuyorum, inanıyorum, başaracağım....
Bitmedi....
Geçen senenin getiri-götürü, gelen senenin -eceklerinden bahsetmeden bu sene bitmez....
Gün içinde devam-umarım-

30 Aralık 2010 Perşembe

Tim Burton-Gözleri Çivili Çocuk



Gözleri çivili çocuk
Alüminyum ağacını süsledi
Hayli garipti ağacın hali
Çocuk aslında göremiyordu ki.

Tim Burton'ın yine aynı kitabından bir başka şiir. Kitapta şiirlerini çizimlerle desteklemiş ve bu videodaki karakter de aslında kitaptaki çiziminin animasyona dönüşümü. İlgimi çekti, uyumam gerekli ama Tim Burton videolarına takılmış durumdayım=))

Tim Burton-İstridye Çocuğun Hüzünlü Ölümü




Evlilik teklifi bir kumsalda oldu

Düğün deniz kıyısında

Dokuz günlük balayı
Geçti Capri Adasında

Akşam yemekleri harikulad
İstridye ve balık güveç,dumanı üstünde
Damar ziyafetin tadını çıkarıyordu ki
Gelin içinden bir dilek diledi

Dileği gerçekleşti-bir bebek dünyaya getirdi.
Ama bu ufaklık bir insan mıydı?
Şey.
belki.

Ellerde ayaklarda on parmak
Kafası çalışıyor,gözleri de sağlam

İşitiyor,hissediyor da
Ama normal mi?
Pek sanmam.
Bu olağandışı doğum,bu hilkat garibesi
Kötü talihlerinin başı,sonu ve özetiydi

Kadın doktora bağırdı:
''Benim çocuğum olamaz bu.
Üzerinde okyanus,yosun,tuzlu su kokusu.''

''Kendinizi şanslı sayın,daha geçen hafta
rastladım üç kulaklıve gagalı bir kıza.
Oğlunuz yarı-istridye diye
beni suçlayamazsınız.
Deniz kenarında bir eve
taşınmaya ne dersiniz?''

Uygun bir isim bulamayınca
Ona Sam dediler sadece,Yda bazen
''Şu garip şey,hani benzeyen midyeye''

Akıllarda aynı soru,kimse cesaret edemiyor sormaya
İstridye Çocuk kabuğundan nezaman çıkacak acaba?

Thompson dördüzleri bir gün onu uzaktan gözlerken
''Midyeee'' diye bağırıp sıvıştılar hemen

Bir bahar öğle sonrası
Dışarıda unutuldu Sam ve yağmura yakalandı
Seaview ve Main'in köşesinde
Oturup izledi yağmur sularının
kanalizasyona akışını

Annesiyse emniyet şeridinde
Durmuş arabayı yumrukluyordu
İçinde büyüyen kederi
Hüsranı
Acıyı
Kontrol edemiyordu

Dedi ki''Gerçekten hayatım,
dalga geçmek değil niyetim
ama bir şey balık gibi kokuyor
ve bu oğlumuz korkarım.
Bunu söylemek istemezdim,ama yapmalıyım biliyorsun
Yataktaki sorunların için oğlumuzu suçluyorsun.''

Merhemler,kremler
Herşeyi kıpkırmıı yapan.
İksirler,losyonlar
Kurşunlu karışımlar
Denemediği şey kalmadı
Ağrılar çekip kanatana kadar kaşındı

Doktor teşhisi koydu
''Emin olamam ama
belkide derdinizin dermanı,onun kaynağında.
İstridye cinsel gücü arttırır derler
Oülunuzu yerseniz,az gelir size saatler!''

Adam parmak uçlarında yaklaştı
Sinsice odaya daldı
Alnında ter
Dilinde yalan vardı
''Evlat burnumu sokmak istemem ama mutlu musun?
Hiç cenneti düşlemiyor musun?
Ölmeyi içinden geçirmiyor musun?''

Sam gözlerini kırptı
Ama ses çıkarmadı
Babası kravatını gevşetip,bıçağını kavradı

Tutup kaldırınca oğlunu
Sam ceketine damladı
Dayayınca ağzını kabuklara
Kayıverdi boğazından aşağı

Çabucak gömdüler Sam'i deniz kıyısına
-bir damla gözyaşı,bir nefes dua-
Eve çoktan dönmüşlerdi sabah olduğunda

Tahta parçalarından bir haç mezarın başında
Kuma yazılmış bir temenni
''Kurtarır İsa''

Ama silindi hatırası
Kıyıya vuran ilg dalgayla.

Evde rahat yataklarında
Öptü karısını ve dedi ona:
''Haydı bir deneyelim.''

''Ama bu kez'' fısıldadı kadın,''bir kız dileyelim.''


Etkisinde kalarak,okumaya devam etmekte olduğum kitaptan bir bölümü paylaşmak istedim. Tim Burton yine herzaman ki gibi yapmış yapacağını,insan olmadığını,bu dünya üzerinde yaşayan ne olduğunu anlayamadığımız bir canlı olduğunu bir kez daha göstermiş bize. Filmlerini büyük bir ilgilyle takip ettiğim, yenilerini sabırsızlıkla beklediğim ve gerçekten yazarlığını-yönetmenliğini takdir ettiğim Burton'ın bu şiir kitabını isminden ve dolayısıyla Tim Burton imzası taşımasından dolayı merak ederek okumaya başladım. Karakterlerin hepsi sıradışı, ama ortak noktaları var, insan gibi düşünmek,insan gibi hissetmek. Nasıl bir canlı olurlarsa olsunlar insani yanları muhakkak var.

Küçük hikayelerden oluşuyor kitap,şiirleri okumaya başlayınca kendimi o dünyanın etkisi altına girmiş gibi hissettim. Ve bu yukarda yazdığım ise ana karakter,kitabın ismini aldığı karakter. En çok bu hikaye beni etkiledi,istridye çocuğun bu şekilde ölümünü beklemiyordum belkide.Hep iyi sonlar bekleriz ya, hele de bu tip çocuksu,şiirsel kitapta insan mutlu son olacağına kendini inandırıyor.Ama bu hikaye öyle bitmedi...

Neyse,ben yatağıma geçip birkaç bölüm daha okuyacağım....

İyi geceler bana,sana,bize...

27 Aralık 2010 Pazartesi

Hasta olup yatasım var,biryere gidemeyecek kadar olasım var. Dinlenmek için elimdeki tek şansın -ki ona şans denir mi- hasta olup yatağa düşmek olması ne acınası, trajikomik bir durum!!! Hayatimda iki kez yatağa düşecek duruma geldim, biri ödemişte proje gezisine, diğeride Kapadokyada workshop gezisine denk geldi. Ama masabaşı oturup kara duvara bakarken denk gelmez iste... Yine bir gezi planı yapıpta kandırsammı kendimi de bi hastalık izni versem kendime??? Amaç işten kaytarmak değil, amaç kendi içimdeki hasta ruhlu ev hanımlığından kaçmak. Başka türlü izin kullanamayacak bedenim, hasta ruh hastalığından kurtulmadıkça.
Enazından bi gripcik olayım, h.sonuna da denk gelse olur, yatsam elimde sümüklü mendillerimle. Ama yok işte, hep ucundan dönüyorum, ki o daha kötü, halsiz halde bütün gün konsantre olma çabası vermek...
Çizmeye devam...
Ne olurdu şu renkli çizgiler yuvarlanıverseler,aralarını dolduruverseler, resme dönüşüverseler? Üçüncü boyuta geçmek istiyorum, ikinci boyutta tıkıldım kaldım...

20 Aralık 2010 Pazartesi

17 Aralık 2010 Cuma

14 Aralık 2010 Salı

Üniversite yıllarındaki gibi...

Dün akşam saat 21.30 sularında,hala ofiste olup ama bundan hiç gocunmadan, yorgunluk bile hisetmeden çalışılabildiği andaki üretimimiz:)
Uykusuzluktan gözlerimizin altı mosmorken hala yapılacak yığınla işin olduğu o üniversite yıllarında keyfini süremedim-k ..Oysaki gerçek hayatın o uykusuz ama canlı hayattan daha sıkıcı olduğunu, o dönemler bitipte yerini kölelik aldığında farkettim. Değerini bilemedim, ama dün akşam kesinlikle çok keyif aldım yaptığım şeyden. Ve ilk kez herkesin çayını alıp tv karşısına geçtiği saatte ben hala ofiste çalışıyor olduğum için söylenmedim içimden, saymadım kaderime:) Bana bir taş oldu kafama düşüpte işte bu dediğim. İşte bu!!! Ben üretmek için varım, ben tasarlamak için varım, ben güzelleştirmek için varım, ben kendim adına tüm bunları yapıp kendi iç huzuruma erişmek için varım...
Yapacağımda, hayat aynı sandalyenin üstünde kapkara geçmeyecek elbette...

7 Aralık 2010 Salı

Let's Never Stop Falling In Love-Pink Martini



When you are near, everything is clear
Earth is a beautiful heaven
Always I hope that we shine like the star
And be forever floating above

I know a falling star can't fall forever
But let's never stop falling in love.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Autocad sıkkınlığının dışa vurduğu an



Masamdaki minik arkadaşlarım da olmasa kendimi kaybedeceğim bu autocadin içinde:)) Onlar benim yoldaşlarım, sıkıldığım ve günün ilerleyen saatlerinde kararan havayla dışarıyı izleyemememin tek eğlencesi:))
Bazen kendilerini klavyenin tepesinde, bazen ojelerimin arasinda, bazende masaya açılan A0 paftalar yüzünden yerde bulsalar da, mecburen benimleler:)
Boşluk....

3 Aralık 2010 Cuma


Carla Bruni "L'amoureuse"


Yeni bir seneye girmemize kisa bir zaman kaldi. Busefer hüzünlü değilim, zaman ne çabuk geçiyor gibi bir yorum yapamayacağım. Çünkü uzun bir sene oldu benim için, hakkını vermeli.
Seneye hiç alakam olmayan, hiç tanımadığım insanlarla hiç tanımadığım biryerde girmiştim... Prag'da.... Sanki üzerinden seneler geçmiş gibi. Dönüşüm için dört gözle beklerken, dönmemle kendimi ne olduğunu bile anlayamadığım bir kosturmacanın içinde buldum. İş aradım, iş degiştirdim, yüksek lisans derslerimi bitirdim, sözlendim, nişanlandım, hatta evlendim:))
Yani oldukça dolu, olması gerektiği kadar uzunlukta, hatta belkide daha da uzun bir seneyi atlattim, sayılır hala bitmedi:))
Yoruldum, kendime yakıştıramadığım şekilde bunaldım... Ama sonucu: kendi evimde kendi yemeğimi yapıyorum, iki kişilik bir hayat yaşıyorum, özlüyorum, eve gitmek için sabırsızlaniyorum....
Yeni sene ne getirecek busefer gerçekten bilmiyorum. Hep olacaklar planlıydı benim için, ne istediğimi veya neyi istemediğimi bildim hep. Ama şimdi bilmiyorum. Nerede çalışıyor olacağım, nerede yaşıyor olacağım, ne iş yapıyor olacagım, tatilim olacak mı, tezimi bitirecek miyim yoksa bırakacak mıyım:S Hepsi muallak benim için.. Ama kesin olan bir şey var, o da evli olmaya devam edecek olmam:))
Ofiste hayallerim muhabbeti yapmak için vakit kısıtlı, bukadar yazmakla yetinmeliyim şimdilik...
Yine güneşli bir gün, tatil havasında takılıyorum güneş tam karşımdan bana gülümserken.... Haydi devam çizmeye :))

1 Aralık 2010 Çarşamba

Tam onu kaybettiğini sandığın, vazgeçtiğin anda alevli tepside önüne sunulabilirmi?
Galiba...
:)))

30 Kasım 2010 Salı

'Sıkıldım sıkıldım uçmak istiyorum.' İçimden her sıkıldığımı söylediğimde devamı bu şarkının sözleriyle gelir. Ve çoğunlukla da gerçekten uçmak isterim o an,tıpkı şuan olduğu gibi. Uçmak istiyorum, kanatlanip o boşluğa salıvermek istiyorum kendimi. Dünyayı vaziyet plani gibi görmek istiyorum. Giriş çıkışları, yolları,mekanların birbiriyle olan ilişkisi,ve insanların birbirine olan yabancılığı-dostluğu...
Bazen sanki ruhumla inanırsam, o güce ulaşırsam gerçekten ayaklarım yerden kesilebilirmiş gibi gelir. Hatta düşünce gücümle odaklanmaya çalışırim, kanatlarım alsın götürsün beni,kacırsın beni düsüncelerimden,düsündürtenlerden... Hayalini kurarim bulutların üzerinde bütün yorgunluğumu attığımı,kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadan,zaman-mekan bilmeden yalnızca kendim için varolduğumu... Tabi sonra bu süreç çok kısadır, aldığı yere geri bırakır beni hayallerim. Birkez daha başaramamışımdır kanatlanmayı...
Yine koltuğumda,çizimin başımda,elim mausta,bakmaya devam vaziyet planına ekrandan....

Contemporary İstanbul 2010

Haftasonu,benim için uzun zamandır ihtiyaç duyduğum ve ilaç gibi gelen bu sergiye katıldım. Kesinlikle harika bir sergiydi. Tasarım zaten hayatımın vazgeçilmezi, belki tasarlayan olma yolunda çok çabam olmuyor ama yapılanları büyük bir keyif ve istekle izliyorum.
Yine her sergi sonrası olduğum gibi yine büyük bir 'bende yapabilirim,yapacağım' arzusu uyandı içimde. İçimde istek ve kendime güven geldi. Ve yine kendimi sorgulama...Ben niye yerimde sayıyorum, bende sanatçı kökenli bir mesleğin sahibiyim, elimde belki az belki çok yetenek de var,niye ben yokum onların arasında? Tembellik..tek sebep bu...
Sadece yağlı boya tablolardan ibaret,bilindik teknikler klasikleşmiş sanat görmek çok beni etkilemiyor. O tarz sergilerden de keyif almıyorum. Belki yanlış yapıyorum, ayrım yapmamalıyım ama ben gerçekten birşeyler yaratanı seviyorum. Olmayanı yakalayanı, benim göremediklerimi göreni...Ve bu sergi de bana bunları gösterdi. Neleri kullanarak neler yapabileceğimi gördüm,ufkumu genişletti.İyi de etti..
Uzak kalamayacağımı, ne mimarlıktan ne tasarımdan ne de sanattan, daha iyi anladım. Yapmasamda, yapabileceğim düşüncesi, içimde yarattığı kıpırtı bile harika bir his. Kafamda şimşekler çaktı her birine baktığımda. Bir an evvel kendime boş vakit yaratıp biryerlerden başlama isteği yarattı içimde.
Artık görüyorum ki resim,heykel ve yeni yeni çıkan ismini bilemediğim sanat dalları, artık hiçbirisi eski 'sanat para etmez' sözünü doğrulamıyor. Artık sanat gerçekten para ediyor. Sergide bunu da doğrulamış olduk. Binlerce TL ye onlarca eser satıldı. Ve okadar edermiydi dedirtti bana! Emek tabiki karşılık bulmalı ama karşılığı bukadar fazla olabiliyormu emeğin? Öyleyse biz niye mimar olduk!!Okadar emek verdik,veriyoruz, hani nerede bunun karşılığı? Bir ressam olsam, sene de 1 tane tablo yapsam ve satsam, bütün sene boş gezsem, daha mı iyiydi? Dengesi yok bunun herhalde. Biraz şans, biraz zeka, biraz da çaba....

29 Kasım 2010 Pazartesi

Keşke Sihirli annem dizisindeki gibi, istediğim an çevremdekileri dondurabilsem. Zaman yerinde saymasa ama onlar uyanınca hiçbir şey olmamış gibi, zamana kaldıkları yerden devam etseler. Bunu neden mi istiyorum, çok uykum var ve biraz kestirmezsem donup kalan ben olacağım!!!

26 Kasım 2010 Cuma

Artık tahammülsüz olmaya başladım galiba. Ve artık içime sinmemekten kaynaklı kölelikten terfi etme başarısını göstermeye başladım. Görmezden gelebilmeyi öğrenebiliyorum yavaş yavaş. Böyle devam edebilmeliyim hayata, yorgun bir beyin çok yol kat edemez, onu özgür bırakabilmeliyim...


''It's difficult to say what is impossible,
for the dream of yesterday is the hope of today
and the reality of tomorrow.''

Robert H.Goddard

25 Kasım 2010 Perşembe

Klibi ilgimi çekti=)


Eflatun-Şarap
Eflatun'a iki soru sormuşlar:
Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?
Eflatun tek tek sıralamış:
"Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.
Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.
Ama sağlıklarını geri almak için para öderler.
Yarından endişe ederken bu günü unuturlar.
Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler."

Sıra gelmiş ikinci soruya;
"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış:
"Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın.
Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.

ÖNEMLİ OLAN; HAYATTA EN ÇOK ŞEYE SAHİP
OLMAK DEĞİL, EN AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYMAKTIR.
                                                                           eflatun

Nekadar çok şey istiyoruz hayattan,bazen onun vermesini beklemek bize imkansızı beklemek gibi geliyor.Ama aslında o bize verecektir ihtiyacımız olanı, sadece biraz çaba ve beklemektir bizim yapmamız gereken. Ama tabiki yetinemeyiz hiçbir zaman,hep daha fazlasını ister insan. Bunun sonu yoktur ki, bugün param olsun isterim,yarın param olduğunda araba almak isterim,yarın araba aldığımda onunla uzaklara gitmek isterim,onunla uzaklara gittiğimde oralarda kalmak isterim,oralarda kaldığımda evimi özler geri dönerim.Ve yine herşey başa döner.
Biz nezaman elimizdekiyle yetinebiliriz ki?Yaşamın sürmesinin sebebi zaten bizim isteklerimizi gerçekleştirecek olmasının umudu değil midirki?
İstemek güzel,istemeden zaten bu dünyadaki varlığımızın bir anlamı olmaz, ama sahip olduklarımızın kıymeti nerede peki?
Bende sürekli 'isteyen' taraftayım aslında.Yarın için planım bu,isteklerimi gerçekleştirmek. Ama yarın onların gerçekleşmesi için bir şey yapacak mıyım acaba?
Eflatun güzel demiş,bir taraftan yapıyorken birtaraften yıkıyorken, bazen bırkıvermek lazım şu hayatı akışına. Okyanus olacağım derken çöle dönüşmek de var.

Yeni semsiyemle artık saçlarım daha kuru:)


Nihayet şemsiyem ve patronumun bana avusturyadan getirdiği şalımı birarada kullanacak 'yağmura' kavuştum:) Yağmurlu havada dışarda olmayı hiç sevmem, ama yeni eşya kullanma hevesiyle haftalardır yağsın diye dua ettim. Ve nihayet bugün yağmuruma kavuştum. Otobüsün en arkasında, yola şıpır şıpır düşen damlaları, iki tarafta ileriye doğru geri giden binaları izlemek müthiş keyifli.
Heyy masama güneş doğdu, biryerlerde gökkuşağı çıkmış olmalı, bütün renkleriyle. Sanki yaz yağmurundan yeni uyanmış gibi toprak, ıslak ve pırıl pırıl.
Güzel bir gün olması için içimden kırk kere bunu tekrarlamalıyim..Güzel bir gün olacak,güzel bir gün olacak, güzel bir gün ....

24 Kasım 2010 Çarşamba

Cok bunaldım. Sanırım artık bu işteki ömrümü tüketmeye başladım. Artık eskisi gibi keyifle ve istekle gelmiyorum ofise. Öğrenecek daha çok şeyim varken, yerimde sayıyor olmak içimdeki isteği azaltıyor. Sorumluluklarım giderek azalıyor, oysaki burada alinabilecek bir sürü sorumluluk, öğrenilecek birsürü şey var. Ama ben, artık aynı binaları evirip çevirip revize etmekten sıkıldım. Artık bana yetmiyor,daha fazlasını yapmak istiyorum. Ve bu düşünceler de kafamdayken, biryandan da hergünkü ' saatimde çıkabilecek miyim acaba' diye sorup dururken, adapte olamıyorum işe, istek de duyamıyorum :( Oysaki hem yaptığım iş, hem birlikte çalıştığım kişileri bukadar severken...
Yine 6 ayı geçemeyecekmi burdaki ömrüm acaba?

23 Kasım 2010 Salı


Yine bir sabah daha kara ekran karşısına geçtik. Güzel bir gün gibi ama. Doğayla içiçe masamda, koltuğuma oturmuş bazen dökülen yaprakları, bazen hatta dökülen gül yapraklarını izliyorum. Hatta bazen güneş bana gülen yüzünu gösteriyor ve benimde yüzümde bir gülümseme oluşturuyor, şuanda olduğu gibi.
Hadi bakalım, günün sonuda gülen yüzle bite :))

22 Kasım 2010 Pazartesi

Resim yapasım var, hem yapasım var hem çekesim var. Belkide resim olasım var, renklerimin ikinci boyutta anlam kazanmasına, siyahların istediğim renge bürünmesine.. Yanıma istediğim bir masal kahramanını alıp diyar diyar,bazen gökyüzünde bazen denizyıldızlarının arasında kanat çırpasım var...

Sonrası tatil öncesi..

Kurban bayramına kaç gün var? Ama dur,bayram geçti bile,ben tatil olduğunu unutupta işe mi geldim acaba? Bu üzerimdeki yorgunluk niye?

15 Kasım 2010 Pazartesi

Nineler gibi: nerde eski bayramlar:))

Küçükken bayramlar daha heyecanlı olurdu,yeni kıyafetler almak ve bir gün öncesinde ertesi gün onları giyecek olmanın sabırsızlığını yaşamak... 'Eski bayramlar' denen bayramlarda ben daha doğmamıştım ama benim küçüklük bayramlarım da bugünkinden daha heyecanlıydı. Benim çocuklarım bayramları bilecek mi acaba?

Nefret bankalar....

Bankalardan nefret ediyorum, aslında bütün devlet kurumlarından ediyorum. Nasıl olsa işini yapsın yapmadın maaşını alıyo, umrunda mı adamın, orda saatlerdir adamın keyfi gelsin de işini halletsin diye dikilenler!! Bunu şuan 1 saattir daha 10 kişiye bakabilmiş olan Ziraat bankasında sinirle ve ama sabırla ( hala) beklerken yazıyorum. Zaman, daha doğrusu sıra geçmek bilmiyor çünkü:((
Şarjımda bitiyor,daha yazamayacağımneyazık ki...

14 Kasım 2010 Pazar

İnsanın özel yaşamına,mahremiyetine saldırı= hırsızlık. Nekadar rahatsız edicidir, maddi gidenler değildir insanın kafasında o ateş topunu oluşturan, hayatina yapılan tecavüzdür. Evet aşırı kızıyorum,kendi sahip olamadığı şeyler için başkalarının alnının teriyle sahip olduklarının üstüne konmak için hayatımıza davetsiz giren bu insanlara. Ama onların suçunu bile bile, göre göre onları tekrar bizim hayatlarımıza tecavüz etsinler diye salıverenlereyse bütün beddualarım...

(kaynamam ve eltimin evlerindeki hırsızlık vakası yine sinirlerimi gerdi)

11 Kasım 2010 Perşembe

Nedendir bilinmez, içimde bir kıpırtı.Günesmiydi beni heyecanlandıran, ya da yaklasan bayram tatili belkide:)) Evde gecirilecek iki boş gün bile çok kıymetli şuan bana.
Hadi kolay gelr bana, kara ekran beyaz hatlar beni bekler karşımda...

10 Kasım 2010 Çarşamba

Nedendir bilinmez, içimde bir kıpırtı.Günesmiydi beni heyecanlandıran, ya da yaklasan bayram tatili belkide:)) Evde gecirilecek iki boş gün bile çok kıymetli şuan bana.
Hadi kolay gelr bana, kara ekran beyaz hatlar beni bekler karşımda...

9 Kasım 2010 Salı

Sıkıldım sıkıldım uçmak istiyorum!! Uzaklara gidip uzakları keşfedip,onları tanıyıp,onları anılarıma kazıyıp, anılarımla birlikte geri dönmek ve zamana kaldıgım yerden ama mekana döndüğüm yerden devam etmek istiyorum. Bilmem anlatabildim mi,uzun cümlemi kısa ve öz aktarabildim mi...
İcimde büyük bir yazma isteği,aldım elime tel.u (malum tel.dan internet,teknolojik ben:) ne yazacağımı bilmez ben,küçük ekran büyük heyecan harfler tane tane geçiyor parmaklarımın ucundan. Dışarda yazdan kalma,kışa dönme bir imbatımsı lodos. İçimde caddeye kendini bırakıverip, o magaza senin bu dükkan benim bir gezme isteği.Kafamda bir dönme,gözlerimde bir kararma da cabası.Tabi yanlış anlaşılmasın,hasta olmaya yeltenmekten kaynaklı bu belirtiler. Ha bide fena uyuma isteği, o da az evvel içtiğim thylolhot etkisi olsa gerek. Öyle bir gün işte,bitecek saatler sonra:))

6 Kasım 2010 Cumartesi

Flashforward yaşasak beynimizde!!!

Azonce, son izlemeye basladığım dizi olan Flashforward geldi aklıma ve gelecegi bilsek ne olurdu diye dusunmeye basladım.Sabah sabah bu diziye aklım nerden geliverdi onu soylemicem:) Dizide dünyadaki butun insanlar aynı anda bayılıyor ve herkes ileri bir tarihte (nisanın 12 si falandı sanırım) ayni gün aynı saatte neler yapıyor olduğunu goruyor.Uyandıklarında,kotu seyler olduğunu görenler gelecekleri gerçekleşmesin diye uğraşıyorlar (güya) ama bazıları kendi iradesi dahilinde olmasına rağmen gerçekleşmesi icin zemin hazırlıyor ve sezon finalinde de o gün ve saat geldiğinde birçoğununki gerçekleşiyor. Kısaca dizinin özeti böyle.

Bende bunu düsündüm ve geleceğimizden bir parça , bir olayı biliyor olsaydık onu engellermiydik?
Ben hep engelleriz, bunun icin gerekeni yaparız diye düsünürdüm, hatta diziyi izlerken de " ne saçma, olacakları bilip ondan korkmalarına rağmen engellemek, kaçmak yerine üstüne gidiyorlar" diyordum. Ama bugün farklı açıdan düsündüm ve birşeyleri bildiğimiz zaman ondan kaçamadığımızı ve tersine daha ilgi odağımızda olduğu için ona doğru bir şekilde çekildiğimizi düsünüyorum. Ayrıca bu birazda şuna benziyor; korktuğumuz birşeyin, sesin nerden geldiğini, ne olduğunu merak edip ona yönelmek gibi. Bu sadece filmlerde olan bir durum değil, belki herkes değil ama birçoğumuz yaparız bunu, mesela ben yapıyorum:)) Oyüzden aslında bu içimizdeki " merak" bizi bile bile korkularımıza doğru çekiyor. Ve oyüzden, belki bize de geleceğimizden bir an gösterilseydi biz de onu iyi ya sa kötü, bir şekilde gerçekleşmesine sebep olurduk. Çünkü öncesinde öyle bir şeyden haberdar değildik ama bize gösterildiğinde artık biliyor olduk ve aklımızın bir köşesinde "o" olduğu sürece de isteyerek ya da istemeyerek onu gerçekleştirmemiz çok olası.

Evet sabah sabah aklıma bu düşünceler geldi ve yazmak istedim...

5 Kasım 2010 Cuma

Çıkış saatine dakikalar kala,sayıyorum yine dakikaları.Îçimde bir kıpırtı, eve gideceğim diye. Evlilik böyle birşey olsa gerek.Eve gitmek icin dakikaları saymak, birlikte geçirilecek 2-3 saat için bütün gün o yorgunluğa sabretmek..
Güzel şey bu evlilik denen şey:)) Artık bende ondan olduğumu anlamaya ve zevk almaya başladım galiba...
Son 40 dakika (heran hersey olabilir,son 40 ilk 40 olabilir:S )
Haftanın sonu olupta haftayı bitiremediğim bir cuma günü.Kabullenemicem hiç bu köle hayatını ki mutlu olayım.Ama öyle yada böyle, içindeyim işte bu hayatın, hep içimden ona isyanım.Yine de hayat güzel demek istiyorum,eskiden diyebildiğim gibi yine yeniden.

2 Kasım 2010 Salı

'Son' bahar...

Çiçek açmalıyım artık,vaktidir sonbahar gelmisken hayatı tersine zorlamanın.Olması gerekeni kabullenmek degildir zaten beni cezbeden, kabullenmeyis,ama kabullenis içinde yaşayış,ve hergün 'neden' diye uyanış.Oysaki şimdi çiçek açsam,yeni bahara hazirlansa yüreğim, vaktidir işte,aylar sürecek bir hazırlık için sonbahar.
Bir yanım yagmurda ıslanırken diğer yanım bir saçak icin hayal kurarken hangi güç beni bu kışa elimde şemsiyemle hazırlayabilir bilmem ki...Bir güç işte,daha yazarken söyledim,çok güç bişe...

21 Eylül 2010 Salı

Baska Ev'li Olmak Uzereyken

Garip bir duyguymus, belkide daha farkina varmadim,ya da vardim,bilemiyorum. Ama insan ancak yapilacak isleri bitince dank ediyormus hayatindaki buyuk degisimin uzerinde yarattigi etki.
Buyuk degisim, onceliklerin,oncelikli kisilerin, hergun duyulan seslerin -bazen beni yoruyor olsa da- artik hayatimda farkli rollere burunuyor olmasi. Elbet alisilacak diye umuyorum..Sanki annem de ayni seyleri yasamamis gibi, sanki evli dogmus gibi. Oysaki onun da farkli oncelikleri oldu, o da yeni hayatina alismak durumunda kaldi. Ve ben de birgun oyle olacagim, sanki evli dogmus gibi...
Kinali ellerime bakiyorum, hala kendi kinami yapacak kadar buyumedim sanki. Herkes aynimi hisseder acaba, hic buyumedigini mi zanneder? Ben nezaman buyudum derler mi? Oyle olmali, hayat nasil bu kadar adim ilerliyor, anlamak zor ki..
Son haftami iyi degerlendirmek,dolu dolu gecirmek, bekarliga dair hicbir sey icimde kalmasin istemistim ama olamadi. Ne zihnim ne de bedenim artik kendime vakit ayirma vakti nihayet gelmisken, kıçını kaldiramaz oldu=))

18 Eylül 2010 Cumartesi

Saat durdu zannettim,meger o calisiyormus da duran benim kafamdaki saatmis.Gunun sonunu beklemek neden bukadar sıkıcı ki???Bir c.tesi gununu dort duvar arasinda,geyik bile yapamadan gecirmek...Yazik banaaaa!!!

16 Eylül 2010 Perşembe

Bir hevesle iphone a blog uygulamasi indirdim,ve hevesim devam ediyorken bunu hemen yazmak istedim.sSanirim artik aklima gelen herseyi aninda,sicagi sicagina yazabilecegim.
Simdilik bukadar, ofisteyim,calismaliyim, ancak calisamamaktayim...Midem berbat, kafam da onun izinde,kafamin icindekiler de biryandan kemirip duruyor.Kotu bir gun,aaa yine unuttum,bugun imam nikahlaniyorum...Ben...Bu da olacakmis demek.Neyse bu yazi uzarsa benim o kemirgenler burayi da katlederler...
Gunesli bir gun,tadini cikarmiyim...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

İçimden geçene Asaf'tan tercüme...


Öyle çabuk geçiyor ki günler
Hele sen de bir bak hayatına.
Daha dün doğmuşuz sanki
Yeni okula başlamışız
...Yeni sevmişiz

Öyle çabuk geçiyor ki günler
Hele sen de bir bak hayatına
Yarın bitecek sanki her şey
Yarın ölecek gibiyiz.

Daha doymamışız yaşamasına
Günlerimiz dün bir, bugün iki
Sakın bir şey bırakma yarına
Yarın yok ki.

16 Temmuz 2010 Cuma

EPEY ZAMAN OLMUŞ,GERİ DÖNMELİYİM ARTIK!!

Artık zamanla bir alıp veremediğim yok..Artık neyle ne alıp vereceğimi de bilemez oldum..Uzun zaman sonra hatırladım bir bloğum olduğunu, yine kendi çabamla değil,bir arkadaşın 'bloğun varmı' demesiyle hatırladım..Bu, bu şekilde hatırladıklarımdan en önemsizi belkide, hayatımdaki varlıklarından bihaber kaldığım birçok şey arasında.
Değiştim ben, değişimi seven ben değişimin mutsuzluğunu yaşıyorum.Öyle bir değişim bendeki işte, 25 senedir sandığım,veya gerçekten olduğum kişiden farklı kişiye dönüşüyor olmak. İşimin başında bile sürekli kafamda dönüp duran şeyler, şuan çalışıyor olmam gerekirken bana blog yazdıran şeyler...

5 Nisan 2010 Pazartesi

İSTANBUL’DA DENİZE HASRET YAŞIYORUZ

Asya ve Avrupa arasında bağlayıcı bir köprü niteliğinde, denize km’lerce kıyısı olan , bir şehrin denize sahip olmasının ne büyük bir şans olduğunun hala farkına varılamadığı şehir, İstanbul. Bu sahip olduğumuz değeri biz nasıl değerlendiriyoruz?
Hergün yolum bir şekilde denizle buluşuyor ve her seferinde dikkatimi çekiyor; denize bu kadar yakın yaşarken ona hasret kalabiliyoruz. Belki aldığım eğitimin kazandırdığı bakış açısıyla bu kadar duyarlıyım bu ‘yapılaşamama’ durumuna, belki de benim gibi birçoğumuz farkında, ancak kabullenmiş bu denizden uzak yaşamı.
Bunun en son gördüğüm örneklerinden birisi dün birdaha karşıma çıktı. Eminönü’nde yürürken, orada Fatih Belediyesinin katlı otoparkının önünden geçtim. Arabalar öyle şanslıydı ki, dilleri olsa ‘Sağolun deniz havası da pek güzel geldi.’ derlerdi. Tam deniz manzaralı bir konumda, bunca araba kirliliği…
Bir başka örnek ise, yine son zamanlarda her önünden geçtiğimde yanımdakilere aynı cümleleri sarfettiğim kıyımız ve bilinçsiz uygulama; Kartal İETT otobüs durakları. Konumu yine sahil kenarı ve sorun yine araba topluluğu. Özellikle İETT otobüs duraklarının niye hepsinin sahilde olduğunu birtürlü anlayamıyorum. Herkesin kolay ulaşabilmesi için mi? Oysaki iç kesimlerde duraklar için , sahil toprağından daha değersiz ancak yine herkesin kolay ulaşabileceği yerler sağlanabilir. Fakat ısrarla, bütün ana duraklarımız deniz kenarında konumlandırılıyor: Kadıköy, Bostancı, Beşiktaş, Kabataş, Eminönü…
Örneklerin sayısı çok fazla. İnsanların vakit geçirmeye ihtiyaç duydukları bu en değerli yerler giderek azalmaktadır. Şehir betonlaşırken, bu betonlaşmadan kaçışımız olan kıyılarımız da ya betonlaşmakta, ya otobüs durağı, halk pazarı vb. şekilde kirletilmekte ya da özel mülkiyet olarak kullanılmakta. Oysaki bu alanlar bizim sahip olduğumuz en değerli alanlar, İstanbul’u İstanbul yapan sadece tarihi değil, sahip olduğu konumdan kaynaklanan değeri. Yazık ki biz; halkın sosyal faaliyetlerde bulunabileceği, denizin dinlendirici etkisinden faydalanabileceği bu alanlarımızı en yoğun ve yorucu mekânlar haline getiriyoruz. Saatlerin harcanabileceği bu yerleri, insanlar sadece bir araç olarak kullanıyorlar. Böylece buralar insanların arabalarını parkettiği, otobüse bindiği, pazar alışverişi yaptığı, geçici ve kısa süreli işlerini yürüttüğü, kısacası oturan değil hareket eden insanın kullandığı yerler haline geliyor.
Her gün örneklerini gördüğüm İstanbul’da, bu tip bilinçsiz kullanımı görmezden gelmek gün geçtikçe zorlaşıyor. Geri dönüşü olamayacak şekilde denizlerimizden uzaklaştırılıyoruz. Oysa ki şehrimize ve değerlerine sahip çıkıp, onu öncelikle kendimiz için yaşanılır hale getirmek bizim elimizde.

10 Mart 2010 Çarşamba

Zaman aşımına uğramış gibiyim!!!

Evet zaman aşımına uğradım sanıyorum.Zaman ilerledikçe,ve ben o zamandan uzaklaştıkça bir şeyler de geriye gitmeye başlıyor
Hani İnternet de bir işlem yaparken bir süre o sayfa üzerinde hiç bir işlem yapmazsanız size 'zaman aşımı' uyarısı vererek kapanır ya,ben de aynen öyle olmuş gibi hissediyorum.Şu birkaç aydır nedense kendi üzerimde hiçbir işlem yapmamış gibiyim, kapandığıma inanmak zor geliyor ama belkide benim o sayfam kapandı,süresi doldu.Kendime kazandırdığım hiçbir şey yok şu zamanda,ya da var da bana az geliyor.Ama tatmin olamıyorum işte.Sürekli şu 'sabıkalı zaman' benim yerimde saydığımın da şahidi aynı zamanda.
Ne yapmalı,ne yapabilirim,elimde olmadığını düşünmek istemiyorum.Hep bir şeylerin benim isteğime bağlı olduğuna inandım,istersem olur istemezsem olur ya da olmaz...Ama şimdi,yeterince isteyemiyor muyum bir şeyleri acaba? Veya aslında istemekle bitmiyor mu?

1 Ocak 2010 Cuma

Ve bitti,

bir sene daha geride kaldı.Hala eskisinin acısını yenisinin heyecanını duyamamış olsam da,artık tarihlerimizin son 2 rakamının değiştiğini kabullenmeliyim.

Yeni seneye güzel girdim,ilk saatlerinde..Ama ilk seneye güzel başlamadım.Neyi yanlış yapıyorum diye düşünüyorum,ben mi farklı bakıyorum hayata,ya da insanları kabullendiğim gibi onların da beni kabullenmesini beklerken mi yanlış yapıyorum?Hata yapmıyorum,kendimce hata anlamını verdiğim hataları yapmıyorum demeliyim daha doğrusu.Ama ters giden bir şeyler var ve ben kendi doğrularımdan fedakarlıkta bulunamıyorum onları düzeltmek için.

Değişmeli miyim?Aslında zaten fazlasıyla değiştim,en çok da buraya geldiğimde değiştim.Ve kötü bulmuyorum yeni halimi,hala eski meltemin doğruları üzerimde,sadece o doğrularında daha özgür,hayatı yaşamaya daha hevesli,kaybetmenin değerini kaybetmeden görmeye daha yakın...