15 Aralık 2011 Perşembe

Tüm petshop hayvanları için...


Sıra sıra dizilmişler, limana demirlemiş sandallar gibi. Yan yana, bir bütünün küçük parçaları, uyum içinde tüme varacak şekilde; aynı bakışlar, aynı duygularla...Bağlanmışlar birbirlerine, doğuştan değil onların aile bağları, yaşamdan. Hayatın içinde kurulmuş onların ölçülemez kan bağları.

Dilleri olsa konuşacaklar bilirim, 'özgürlük var mı' diyecekler, 'dışarıda hayat var mı'...Onların ki mecbur bırakılmış bir bağ, istem dışı, zoraki.

Dilleri yoktu ki söylesinler, kendilerine yer beğensinler. Mahkum edilmişler parmaklıklar arasına. Suçsuz mahkumiyet, güzel olmak, sevilmek onları mahkum eden. Ne acı, bilseydiler  sebep olacağını, onlarda istemez miydi bir örümceğin, bir su aygırının yerinde olmayı?

...İnternette hayvanlar için yapılan caniliklere denk geldiğim, duygu yoğunluğu yaşadığım bir an içimden geçenler....

Eskiden hani kasetçalarlar vardı. İstediğimiz zaman ileri sardırır diğer parçaya geçerdik, bazen de parça okadar hoşumuza giderdi ki geri sardırıp tekrar dinlerdik. Hatta üzerine başka şarkı çekerdik ve bazen öyle hale gelirdi ki şarkının ortasında başka şarkı başlar, birbirine karışırdı.

İşte hayatta öyle olabilseydi keşke, sıkılınca bu günü atlayabilseydik veya en güzel geçen günlerimizi geriye alıp birdaha yaşayabilseydik. Zaman bizim elimizde hayatçalar olsaydı. Kimi zaman başka bir hayatı üzerine yazıp karıştırabilseydik, heyecan yaşayabilseydik. Veya tüm kaseti silip sıfırdan yazmaya başlayabilseydik. Ama ya bant koptuğunda? Kaset birbirine yapıştırılarak tamir edilmeye çalışılırdı, ancak müzik oraya geldiğinde anlık bir kırılmaya uğrardı. Hayatta da kimi zaman kopmuyor mu zaten, evet tamiri çoğu zaman vardır ama eski kalitesinde ilerleyemez işte. Ozaman da o bantı kasetten çıkarır yerine yenisini koyardık...Sürekli sıfırlanırdık, sonsuz zaman...

14 Aralık 2011 Çarşamba

Ben Böyleyim (Athena)

Sabahın sessizligi, icimde iki ses...

Sessizlik huzur mudur? Bazen yalnızlık bazen kaçmaktır. Kalabalıktan kaçmak mıdır? Bazen kafalardan bazen kafasızlıklardan... Hayatın tümüne yayılmadan bir ihtiyaç! Su gibi denilebilir mi, onla boy ölçüşebilir mi bilemem, onsuz da yaşanır elbet. Ama yaşamın nehirinde yok olup gider huzur.
Sessizlik... Bazen içimdeki sessizlik.. İhtiyaç.. Kulaklar uzak olsa da kelimelerden, o iç ses vardır hep. İşte o bir su gibi... Su kadar yüzdesi olmayan ama o yüzdenin icinde bir payı olan hayati ihtiyaç...
Sessiz görünse de dudaklarım, hiç susmadı içimde. Belkide doğduğum gün başladı benimle, ağlamadığım zamanlarda bile konuştu... Susması ihtiyaç desemde, nefes alırken degil nefes tükendiğinde susar beyin...

5 Aralık 2011 Pazartesi

Her sene Aralık ayının bu kadar çabuk gelmesine şaşıyorum. Büyüdükçe hayat daha yavaşlaması gerekmez miydi, tersine ben yavaşladıkça o hızlanır oldu. Anlam veremiyorum...

10 Kasım 2011 Perşembe

Analım, Hatırlayalım,Unutturmayalım Bu Günü, Günlerimizi!!!

Kimdir ki, bir güne sahip, dört bir yandan karanfil yağmuruna tutulsun. Kimdir ki milyonlarca insan kalbinde taşısın, her güne onun sözleriyle başlasın. Bir insan hiç görmeden, hiç sesini duymadan bu kadar sevilebilir mi?Var mıdır bu kadar sevginin sahibi olan bir insan daha, veya olacak mıdır? Nasıl olsun ki, üç kişi beş kişiyi değil, milyonların hayatını aydınlatabilecek biri daha gelebilir mi bu dünyaya? Yazık ki en fazla şu an ihtiyaç duyuyorken, bir tane daha yok işte. Yazık ki bu büyük sevgiyi hak edecek 'yaptıkları' şu an bir bir yok olmakta. Ama geriye hiç bir eseri kalmasa da, tek bir eserinin daim olacağı muhakkak 'kazandığı sevgimiz'.

Bugün saat 9.05'te Nişantaşı'nda hayat durdu, eminim Türkiye'nin birçok yerinde o an hayat durmuştu. Muhteşem bir duygu, hayatı durdurabilecek 1 dakikayı bile haketmek harika bir his olmalı. Başka kim milyonlarca insanın hayatındaki 1 dakikaya aynı anda sahip olabilir ki? Bizim için hayatını harcamış kişi için 1 dakika nedir ki! Keşke bazı insanlar da bırakın 1 dakikamızı, 1 saniyemizi hak edebilseler...

29 Eylül 2011 Perşembe

Tezin bitişi ile yeryüzüne iniş...

Uzun zaman oldu yazmayalı, aslında uzun zaman oldu kendimi dinlemeyeli. Dünyaya geri döndüm, sanırım dönemedim henüz ama döneceğim. Herkese, herşeye ve en çokta kendime kapadığım birkaç aylık süre sonunda 'o gün' nihayet geldi ve geçti. Bugün itibariyle yeniden doğmuş gibi olacaktım, aylardır beklediğim şey buydu, ama olmadım. İçimdeki sıkıntı hiç azalmaya uğramadı. Neden böyle oldu ki? Tez bitince (veya daha bitmemiş olabilir diye belkide) kafamda ara verdiğim düşünceler hiç vakit kaybetmeden yakaladılar beni yine. Daha birkaç saat bile özgürlüğün tadını çıkaramamışken hemde. Belkide günlerdir uyumamış, bilgisayar ekranı dışında birşeyle gözgöze gelmemiş olmanın yorgunluğundan dolayı mutsuzum şuan. Ama biliyorum ki bu yorgunluğu attığımda mutsuzluğumun asıl kökünde yata sebepleri bastıracak busefer de beni.
Bahsetmek istediğim, anlatmaya yazmaya ihtiyaç duyduğum çok fazla şey var kafamda, ama bedenim daha yeni teslim sürecinin sıcak evresinde olduğu için, kılını kıpırdatacak durumda değil. Şu yorgunluğu üzerimden attıkça parça parça yazmaya, eskisinden daha çok paylaştığım bir blog yaratmaya çalışacağım...
Evet bu gece de erken yata bakalım, ve sonra ders çalışmak zorunda olmadığın, biran evvel eve gelip birşeyleri yetiştirmek zorunda olmadığın bir hayatın tadını çıkarmaya başla...Belkide ilk yapacağım şey, nihayet evliliğimin tadını çıkarmak olmalı...

15 Eylül 2011 Perşembe

Son zamanlarda bot gibi yaşıyorum, evet ot gibi değil bot gibi. Denizin ortasında bi başına kalmış, ne yöne gideceğini bilemez, aslında bilir de gidemez bir bot gibiyim. Öyleyim işte. Kıyıya vurmama az kaldı, beklemedeyim sallana sallana. Yakında kusacağım ama yapacak birşey yok, beklemekten başka. Ümitliyim:)

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Doldursam beyaz sayfalarımı,
uçak yapar gezerim diyar diyar.
Kimi zaman gemiye dönüşür köşelerim,
kimi zaman buruşur basket topuna dönüşür,
atılır bir köşeye,geri dönüşümlü.
Dönüşür de zaten,
uçacağı yeni diyarlara hazırlanır.
Birazcık rötüş,
belki biraz kesim.
Canlandırıverir sayfalarımı.
Ve tabi bolca da kelimelerim.

8 Temmuz 2011 Cuma

Bir günbatımında kesişti yollarımız.
Ben gecenin kıpır kıpır yakamozu, sen gündüzün ürkek gölgesi…
Hergün olduğu gibi, ikimiz de aya döneceğiz sırtımızı.. Sen karardıkça ben ışıl ışıl parlayacağım.
İnsanlar korkacaklar seni gördüklerinde, toplanacaklar sahilde beni seyretmeye.
 Sen karartırken siluetleri, ben aydınlatacağım karanlık denizleri…
Ben dans edeceğim havadaki ritmle, sen ise savrulacaksın sarhoş insanların arkasında her yöne…
Dedim ya, ben kıpır kıpır yakamozum diye
İnsanlar beni sevecekler, şiirler yazacaklar benim üzerime…
Kara gölge diye bahsedecekler senin için de…
Bir gün doğumunda ayrılacak yollarımız.
Sen ürkek haline bürünürken, ben yok olacağım yeryüzünden.
Güneş nedir bilmeden, ay ile güneşleneceğim…
Sen ise güneş ile serinlerken, ay ile güçleneceksin….

7 Temmuz 2011 Perşembe

Minyatür Aşık


Küçüktü o, küçücüktü, yetişemezdi o önündeki kilometrelerce yola.  Yaprak tozlarından şemsiyesi vardı, ağaç köklerinden ayakkabısı…
Koşardı karınca misali, yolun sonundaki gelincik saçlı sevgilisine ulaşmak için. Daha gidecek çok yolu vardı, gözü yoldaki çakılları görmezdi, alev saçlardı yalnızca gördüğü…
Gözbebekleri alev alevdi, Onunla kaplanmıştı. Biliyordu, bitecekti bu vuslat, gelincik saçlı yari de bekleyecekti,  söz vermişti. .
Zorluydu önünde uzanan saman yığınlarını aşmak, halatın diğer tarafına geçmek. Ama inanıyordu, başaracaktı, çünkü o minyatür aşıktı…Hayat ona devaynası iken, o minyatür kalbinde büyütmüştü devini…

5 Temmuz 2011 Salı

Bu sakinliği özleyeceğim, barbaros bulvarının o yüksek desibeline rağmen bu kuş cıvıltılarına maruz kalmış huzurun içinden yürümeyi özleyeceğim.
Ama tezden kurtulduğum zaman :))
Uzun zamandır içimde yaşattığım imbat kadar haşin, ve bundan sonra ki imbat kadar huzurlu, mis kokulu rüzgarın kımıldattığı ağaçların hışırtısıyla ruhumu boşa çıkarmak, meşguliyetini bir süreliğine nöbet değişmek... İşte şuan yaptığım bu...
Ne güzel bir gün, çünkü hissediyorum tenimdeki o sıcaklığı, yüzümdeki o serinliği...
Yol almak vaktidir, kararlı zamanla bir olup, ufak adımlarla ilerlemenin...

26+1


İYİ Kİ DOĞDUM.
HİSEDİYORSAM VARIM,
VARLIĞIMLA MUTLUYUM,
VARLIĞIMLA YAŞLANIYORUM,
YAŞLANDIKÇA DAHA DA VAR OLUYORUM,
ZAMANIN İÇİNDE,YAŞAMIN BİR KÖŞESİNDE...
BEN BURDAYIM İŞTE....


4 Temmuz 2011 Pazartesi

Doğumumun 9860. Gününde 1 den başlamak...

Doğum günüme az kaldı. Ve ben bu sene digerlerinden farklı olarak yeniden dogmak istiyorum. Her sene yaşıma yaş katarken, bu sene sıfırdan başlamak istiyorum. Reset olmuş kafayla, yeni yürümeye başlamış bedenle atmak istiyorum ilk kahkahalarımı. Bu sebeple de burada artık şikayetlerimi, umutsuzluklarımı yazmamaya çalışacağım (öyle umuyorum). Yarın benim için yeni bir başlangıç olmalı, ve bu başlangıcı yaparken daha az kelimelere dökmeliyim içimdeki olumsuzlukları. Çünkü ben bunları kelimelere dökmeye, o kelimelerle cümleler kurmaya ve paragraflar oluşturmaya başladığım zaman bu hale geldim. Büyüdü hepsi, belki zaten büyümeliydi ama büyütmemek yok etmek görmemek benim elimdeydi. Ve şimdi geçte olsa görmemeyi başarmak için ilk adımım bu olmalı. Bundan sonra güzel seyler düşünmek,güzel şeylerden bahsetmek ve bunlar sonucunda güzel şeyler yaşamak istiyorum.
Başarabilecek miyim?
İstersem başarırım.
Şimdiye kadar hep ben istediğim için yaşamadım mı herşeyi zaten!!!
Doğumgünüme saatler kaldı, ve ben doğumuma hazırım...

3 Temmuz 2011 Pazar

Bir arkadaşımı evlendirdim bu akşam. İlk defa yakın bir arkadaşımın evlenmesinden midir bilmem,aşırı duygusallaştım. Belki evliliği ilişkimizde en ufak bir şey değiştirmeyecek, hatta belki daha fazla görüşeceğiz kim bilir...Ama bendeki etkisi çok büyük oldu, bütün anılarım yoğun bir şekilde kafamın içinde şişmeye başladılar. Çocukluğum, ergenlik çağlarım, hepsine büyük bir özlemle baktım gözümün önünden geçerlerken. Evet etkisi bu oldu, hayatın geçip gidiyor olduğunu, yaşlanıyor olduğumuzu ve hiçbir şeyin bir önceki gibi olmadığını yine hissettim, hem de çok yoğun bir şekilde.
Keşke diyorum, bir zaman makinası olsaydı, istediğimiz an istediğimiz zamana gidebilseydik. 1 saatliğine sadece, başka bir şey istemezdim. 1 saat için o balkonda oturmuş hoşlandığı çocuğu seyreden halime dönseydim, o koltukta oturmuş Vahşi güzeli izleyen halime dönseydim, o ağacın dibinde yıllar sonra bulunmak üzere demiz para gömen halime dönseydim, Gebze'ye bile dönseydim o 1 saat....
Geçmişle yaşamak çok acı, yorucu, ve vakit kaybı...biliyorum bunları. Ama hayatın hızlı bir şekilde geçmesini kabullenemiyorum. Daha dün elele okula gittiğim arkadaşım, bugün bir başkasının elini ömür boyu tutmak için imza attı. Onu kaybetmedim, zaten hayat yollarımızı uzun zaman önce ayırmıştı, ama kalplerimiz birdi,yerimiz hep aynıydı. Bundan sonra da bu değişmeyecek tabiki, ama işte eskiye ait şeylerin tamamen geri dönüşü olmayacak şekilde değişiyor olması beni umutsuzlandırıyor. Sanki istediğim an o zaman makinasına atlayıp gidebilme ümidi taşıyormuş gibiyim. Ama geri döndüğümde bulacaklarım da gittiği zaman artık anılarım da yerinde kalmazsa diye korkuyorum...
Büyük değişimler için yanıp tutuşurken, olağan değişimleri kabullenemiyorum, ne büyük tezattır!!! Hayatıma sıfırdan başlayacak kadar cesurum, ama daha önce yaşadığım hayattan kopamayacak kadar da korkak....

30 Haziran 2011 Perşembe

Hala kafama taş düşmesini bekliyorum…
2 haftada bir,bazen ayda bir tezi görüşmeye geldiğim hocam bile bendeki bu büyük değişimi fark ettiyse, ve beni teselli etmeye çalışıyorsa, beni eski halime döndürmek için terapiler düzenliyorsa.. ben gerçekten artık buna bir dur demeliyim. Hayır, dur diyeceğim şey hocamın terapileri değil tabiî ki de, ama dur demem gerekeni durdurduğum zaman zaten o terapiler de son bulacak. Ve ben hala o kocaman taşı bekliyorum, şu kalın kafama ancak dank eder diyorum.

28 Haziran 2011 Salı

Söylenerek şikayet ederek bir günü daha geride bıraktım. Ama haksız mıyım şikayetlerimde, kullanılmayı kabul edip hayatıma mutlu mesut devam mı etmeliydim? Olmuyor işte, beyin felci geçirmem lazım düşünmemek için.
'Özel sektör, böyke işte' deyip geçenlere çok kızıyorum, onlar yüzünden eziliyoruz biz. Ve ben bu şekilde devam edemiyorum. 3-5 tane insana değer veren yer varsa da onlardan birini bulacağım elbet. O olmazsa her hafta sayısal oynayacağım, para çıksın da kendi işimi açayım diye, o da olmazsa... aramaya devam edeceğim, hayatım bu arayışla geçecek belki.. Enazından bir umut var işte.

24 Haziran 2011 Cuma

Mezun olduğumdan beri ilk kez okulu gerçekten özledim. Baktığım her köşesine ait bir anım var. Tatile girmiş,sessiz,boş ama benim gözümde o öyle kalabalıkki şuan. Tekrar lisans günlerime dönmek istermiydim; evet,busefer evet. O sabahlamaya, uykusuzluğa, bunalıma, strese razıydım. Enazından gerçek dünyadan uzaktım, daha renkli bir hayalin içindeydim. Evet renkliydi hayatım, kurduğum hayallerim, umutlarım. Ben sanatçı bir meslek seçmiştim, mezun olunca sanatın içinde olacaktım. Ama büyük hayalkırıklığı. Sanat mı? Kendi fikirlerini zorla dayattıran, sana düşünme yetkisi vermeyen , ruhsuz, tekrar, birçok kez beton yığınından farksız tasarımlarla gözlerimizi kapatan bir hayatın içinde buldum kendimi. Bırak sanat yapmayı, sanatı izleyecek vakit bile bırakılmıyorki!!! Mimarlığın hayat felsefesi, yaşam şekli olduğunu savunanlara, 'kölelikmi, robot olmakmı sizin hayat felsefeniz' demek istiyorum..
Neyse mesleğime sövmek için başlamadım yazmaya.
Duygulandım, agaçları daha da kapamış bankların üstünü, özlemişim altında oturmayı. Ama busefer tek başımayım,artık... Çok başıma olduğum, olabildiğim,olmayı sevdiğim zamanlarımdı o günler. Şimdiyse çoğunlukla tek başımayım, gittikçe daha da fazla. Uzaklaşıyorum,kopuyorum insanlardan, ama sebebi benim,ve bu sebebe de kızıyorum,yani kendime. Bana en çok okulu özleten sebep de bu zaten, ben kendimi özlüyorum, yaşamayı seven, herşeyi yapmaya cesareti ve isteği olan beni. Bir anda yaşlandım, 1.5 sene geçti o halimden ama ben 10 sene yaşlandım...
Zamanı geri almanın yolu yok mu? Artık istiyorum, eskiye dönüp bu süreci daha da uzatabilmeyi...
Neyse, okulda olmak çok güzeldi,biraz daha tadını çıkaracağım.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Bazen duygularimi kendime ve dış dünyaya kapatabilmek istiyorum. Bir düğme olsa ve ben onu 'off' konumuna getirdiğimde hiçbir şey hisetmesem.
Evet, bukadar duygusal olmaktan hoslanmıyorum. Bir ara aşmıştım bunu, iyi duygulara açık ama kötülere kapalı olmayı başarmıştım. Ama şimdi yine başa döndüm.
En çokta hayatımdan çıkan şeylere duygulanıyorum. Birlikte iş yaptığım insanların bile gitmesine bukadar duygulanırken ben nasıl baş ederim ki bu hayatla? Herzaman gidecekler olacak, ki bundan çok daha yer etmiş insanlar çıkacak hayatımdan, belki isteyerek belki istemeyerek. Ve ben hiçbir şeye hazır değilim. Bir yandan çekip gidebilecek kadar cesaretliyken, biryandan da bırakıp gidenlerden korkuyorum...

21 Haziran 2011 Salı

Gıcık mıyım gıcık oluyorum?

losstime'ın mimine cevap olsun,okurken evet evet diye tik attım maddelerine, bende sıraladım kendi içimde, mimlenince bunları sesli ifade etmek iyi olacak galiba =)

-Sanki dört kulak dinlemek zorundaymışım gibi mırıl mırıl konuşup, duymadığımda tepki gösterenlere

-Herşeyden şikayet edenlere (bende biraz şikayetçiyim ama ciddi konularda, kastım yemekten,müzikten vb. hiçbir şeyden memnun olmayanlar)

-Yanıma oturanın, önümde yürüyenin, otobüs durağında bekleyenin, minibüs şoförünün yanındakileri düşünmeden sigarasını tüttürmesine,

-Ve yine yanımda kulaklıkla bangır bangır müzik dinleyene,

-Otobüste, yazın çöl sıcağında bile bütün camları kapattıranlara,

-Yapmacık canım-cicimli konuşmalara,

-Kadına insan yerine 'eşya'(biraz kibarlaştırdım) muamelesi gösteren erkeklere (bknz. Öyle Bir Geçer Zamanki-Ali Kaptan)

-Amaçsız insanlara (bana noluyosa ama gıcık oluyorum işte,belkide hergün çok yakınımda bir tanesiyle burun burunayım diye batıyordur =)

-Bütün gün gezip tozup,otobüste yer verilmeyince 'gençlerde hiç saygı yok' diye söylenen yaşlı teyzelere,

-Köle gibi, çok emek az parayla çalıştıran patronlara,

-Havadan sahip olanlara (bunda biraz kıskançlık payı da var tabi)

-Öğrenmeye ve eleştiriye hiç gelemeyen insanlara,

-Aldığı şeyi yerine koymayan, döktüğünü toplamayan,pislettiğini temizlemeyen insanlara,

-Konuşurken karşımdakinin tepki vermemesine,ya da tam sözümün ortasında alakasız birşeyden bahsetmesine,kısacası lafımın kesilmesine,(ama gıcık olduğumu kimse bilmez)

-Düzensizliğe,

-Yağmur+rüzgar karışımına,

-Otobüste tanımadığım birinin bana hayat hikayesi anlatmasına,

-Arabada, sıcağın altında ter içinde kalmış halde yürürken, yorgunluktan ölüyorken zorla muhabbet etmek isteyenlere (o anlarda konuşmaktan nefret ederim,asabi olurum biraz),

-Kullandığım bütün bilgisayarların kısa süre sonra aşırı yavaşlamasına,

-Autocad'in çizimin ortasında 'fatal error' verip kapanmasına,

-Trafiğe,

-Otobüslerin vaktinde gelmemesine,

-Sürekli işinden şikayet eden halime =)

-Laf atan, hiç kız görmemiş gibi bakan erkeklere,

-Beklemeye,bekletince de kendime,

çok gıcık oluyorum =)

Epey gıcık olduğum şey varmış. Her gün içimden en az 2-3 kez ''....ya gıcık oluyorum'' diye bir cümle geçer ama daha önce liste yapmamıştım bununla ilgili. Her gün karşılaştıklarımdı bu saydıklarım, ve daha bu gıcık olduğum şeylerin yarısı bile değil, sorunlu muyum acaba? Veya gıcık mıyım acaba =)

14 Haziran 2011 Salı

Gözlerimi kapattım,
ve bir an orada oldum, o insanların yanında.
Mutlu idim, sorgulamıyor idim, berisi vardı ötesi yoktu.
Gençlik...
Umutlarım yüksekti, hayallerim genişti, cesaretim yeterinceydi...
Büyüktü yaşadıklarımız,
Herkesten önemliydi birbirimize anlatacaklarımız.
Sabahları erkenden yola çıkmanın işkence olmadığı zamanlardı o zamanlar.
Bazen iki kişiydik, bazen bir düzine
o toprak yollardan yaklaşırken yavaş adımlarla
ama hızlı geçen zamanla.
Bir an gözlerim o günleri gördü, o anları yaşadı.
Ve açıldığında o toprak yolun sonuna gelmiş,
karşısında o çizgi topluluğuyla karşı karşıyaydı :(

13 Haziran 2011 Pazartesi

Hayat alır,
hayattan beklerken...
Bir yanımız ceylanların sektiği yeşiller,
diğer yanımız korkularımız, mutsuzluklarımızla dalgalanmış bir havuzken...
Nedir ardımızdan bizi itekleyen
de şu dünyanın 10 çirkini içinde 1 güzeli için yaşama güneş düşüren??
Uyuyarak harcanan vakte acıyorum. Günün üçte birinin hareketsiz, duygusuz ve sessiz geçmesi nekadar büyük kayıp. Oysaki hayat okadar uzun değil ki, avuçlarımıza dünyayı sığdıracak kadar.
Uyumadan yaşayabilme vaadi istiyorum, oyum kesinlikle onundur...

10 Haziran 2011 Cuma

Sahip olmak için yaşıyoruz hep, yaşam da çalışmaktan ibaret olduğuna göre; sahip olmak için çalışıyoruz. Ev- araba sahibi olmak için, eşyaya sahip olmak için, mevki sahibi olmak için, saygı sahibi olmak için, şöhret sahibi olmak için, hayalini kurduğumuz hayata sahip olmak için ve o hayata sahip olunca daha fazlasına sahip olmak için. Ama sahip olma derdiyle çabalarken, zamana sahip olma fırsatımızı kaybediyoruz. Zaman gözümüzün önünde geçip giderken, biz o zamanı hisetmeden sahip olacaklarımıza bakıyoruz. Ama neye yarar ki, yaşayamadıktan sonra?

7 Haziran 2011 Salı

Küçük sırlardaki ( evet o gereksiz diziyi bende izliyorum,beni strese sokmayan,germeyen tek dizi olduğu icin) Arzu gibi hisediyorum kendimi bazen,
bazen coğunlukla, bazen bazen.
O sevgilisine kıskançlığından kafayı sıyırırken, ben hayata kıskançlığımdan sıyıracağım.
Öyle hisediyorum bazen,
bazen cogunlukla, bazen herzaman.

6 Haziran 2011 Pazartesi

Kaybedenler Kulübünden



- Yaşlı bir kızılderili ne kadar yanılabilir?
– Bazen yanılabilir
– Bazen susar
– Bazen konuşmak ister
– Bazen dinlemek ister
– Bazen yalnız kalmak ister
– Bazen arkadaş ister
– Bazen gitmek ister
– Gider bazen
– Bazen gidemez
– Bazen hiç gidememekten korkar
– Bazıları sonsuz neşeye doğar
– Bazıları sonsuz geceye
– Bazen ölürsün
– Bazen ölemezsin, bazen bütün koşullar uygunken bile ölemezsin
– Bazen kendinden uzaklaşmak ister insan
– Bazen gidersin, sırf dönebilmek için
– Bazen ağlarsın bayağı
– Bazen ağlayamıyorsun bayağı bayağı…
- Bazen içiyorsun, bazen çok ama çok fazla içmek istiyorsun da bazen sen zaten içmeye gidiyorsun
Kararsızlıkmış mutsuz eden. En kötü karar bile kararsızlıktan daha iyiymiş. Çünkü kötü karar içini bir kez kemirirken, kararsızlık hayat boyu kemirirmiş...

1 Haziran 2011 Çarşamba

Uzun zaman sonra Sezen Aksu ile buluşmak güzel oldu benim için. Son zamanlarda beni ruhumdan etkileyen bir şarkı,favorim,paylaşmak istedim...

26 Mayıs 2011 Perşembe

Kuş sesleri..
Çimen kokusu...
Tek isteğim bu.
Çimenlere uzanıp, gözlerimi kapatmak ve ruhumu serbest bırakmak...
Yerçekimini ters çevirip uzaklaşmak ne varsa yeryüzünde... Herşeyden hem de, üzerimde tek bir ağırlık olmadan...

Çok şey mi istiyorum???
Baş ağrısı, mide bulantısı, bazı bazı baş dönmesi,  gerilim ve korku dolu rüyalar, kafada bir tek 'iş' düşüncesi, ağır sorumluluk, yorgunluk,bunalım, sıkıntı, stres, umutsuzluk, bekleyiş-bitmeyiş...Bütün bu duyguları 'iş' yaşatabilir mi insana? Hayret ediyorum, kendime ediyorum, işin hayatımı ele geçirmesine izin verdiğim için.

Aptallık..

Soru   : Karşılığını almadan kölelik yapan aptala ne denir?
Cevap: Mimar...

Zaten karşılığını alsak adı 'kölelik' olmazdı...

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Uyuyamıyorum... Rahatım yerinde, gündüzün yoğunluğuna rağmen kafam uzun zamandır olmadığım kadar rahat... Evet rahat, birçok düşünceye kapadım kendimi, uçağa bindiğim anda.İstemeden oldu, zaten istesem beceremezdim bu kadar, kafamdaki abuk subuk düşünceleri atmayı.Ama oldu işte, ihtiyacımın en fazla olduğu biranda çıkan seyahatim beni bir süre idare edecek gibi görünüyor.Ama uyuyamıyorum, yalnızlıktan uyuyamıyorum işte....

17 Mayıs 2011 Salı

Öyle Bir Geçiyor Zamanki, Ne olur Azıcık Dursa Sanki....

Yok yok, ben bu diziyi daha fazla izlemeye devam edemeyeceğim.
İnci hocaya mı üzüleyim, Ali kaptana mı küfredeyim, Cemileye mi acıyayım... Bu diziyi de izleme izleme, bi başıma gurbet ellerde olduğum zamanı buldum izlemek için. Yok olmadı, ben Vampire Diaries izlesem daha iyi...

men bayırda gözlerem

Uzun zaman sonra hiçbir şey yapmak zorunda olmamaya ihtiyacım varmış. Her yurtdışı seyahatinde yaşadığım gibi yine içim biraz buruk ayrıldım İstanbuldan. Ama Bakü'ye varınca hiç yabancılık çekmedim. Azerileri hep sevmiştim, tv ekranlarındaki komik konuşmalarıydı tabi buna sebep=) Ama gerçekten de bugün karşılaştıklarımın hepsi öyle candandı ki, tabi yine konuşma şekilleri de buna sebep. Ama sıcak kanlı olduklarını (belkide ikimizde Türk olduğumuz için) inkar edemem. İlk duyduğum cümle ile güzel başladım,beni karşılayan adamın,ben wc.ye gittiğimde 'men bayırda gözlerem' demesi yetti bana=)  Türkçeyi çok rahat anlıyorlar tabi, ama bizim onları anlamamız biraz zor oluyor. Fotoğraf çekmek için çıktığımda birsürü kişiyle muhabbet ettim,bazı dedikleri şeyleri tekrarlatmak zorunda kalıyorum. Ama yine de anlaşma problemimiz yok neyseki.Yola çıktığımda biraz gergindim, ülke ülke gezme konusunda biraz tecrübem olsa da, cesaretim yüksek olsa da, uçağa binene kadar ki gerginliğim geçmiyor. Aslında gerginlik de değil, geride kalanların özlemi. Tabi abartmiyim şimdi, Pazar günü evimde kahvaltı ediyor olacağım=) Neyse evet şuan odada yalnız başıma Öyle Bir Geçer Zamanki izliyor olmanın da duygusallığını yaşıyor olmalıyım=)) Konuya dönecek olursam, Baküdeyim işte. İş sebebiyle geldim, gezi sebebiyle olmasını daha tercih ederdim=) veya yanımda eşimin olmasını... Ama sonuç olarak yalnız başımayım, yoğun ofis çalışması içinde olacağım bir 3 gün beni bekliyor. Ama buranın havasını da solumadan olmaz. Otele giriş yapar yapmaz kendimi sokaklara attım. Otelin çevresinde fotoğraf çekmek için daha dinlenmeden, güneşin son saatlerini değerlendirmek istedim. İstanbula dönünce diğer bloğuma ekleyeceğim, şuan onları hazırlamakla uğraşamayacak kadar tembellik yapasım var.
Burada olduğum sürece epey yazacağım gibi geliyor, bu biraz geyik bir başlangıç oldu ama sonrası daha kendimden olur herhalde. Malum, vaktimi kendimle geçireceğim için, konuşmaya ihtiyaç duyacağım için,-ki bundan da oldukça memnun olacağım için...yazmalıyım.
Ama şuan bu yazıya son vereceğim,cümlelerim arası farklı hatlar çizmeye başladı.
Bitti..
İyi geceler...+2 saat sonra bu saati yaşayacak olan istanbuluma 'geceniz heyre galsııın'...

15 Mayıs 2011 Pazar

Beyin planlamayı doğru yapsın ki, ayaklar yanlış yola sapmasın...

12 mayıs tarihinin özlü sözümdü ama nedense son yazdıklarım ilginçtir silinmiş. Zaten bloklara da giremiyordum. Sanırım yavaş yavaş bizi 22 ağustosa alıştırmaya çalışıyorlar :((

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Neden bütün şarkılar hep aşk uzerine? Aşk hayatın merkezinde,evet, ama aşk sadece sevgili, kadın-erkek demek değilki. Başka aşklarımız var hayatta birsürü, ama nedense bizler birtek karşı cinsle olan aşkı kendimize konu edinmişiz şarkılarda... Evet sadece şarkıları ünlemliyorum, şiirler romanlar filmler diğer aşklarımızı da yaşatıyor bize, ama şarkılar hep aynı.

Her yeni sanatçı çıktığında, eğer müziğiyle beni tavlayamamışsa, konusuna bakarım istemeden. Eğer kavuşmayı,ayrılığı,sevgiliyi anlatıyorsa daha gözüme girmeden düşer. Çünkü yeni birinin benim kulak zevkimde barınabilmesi için diğerlerinden bir farki olmalı; sözleri, müziği,klibi vs birşey farklı olmalı ya da eğlenceli. Duygusal şarkıya, aşk şarkısına karşı değilim, severimde, ama hep ayni klişeleşmiş anlatımlardan sıkıldım. Kafama not alacak, özgün cümleler duymak istiyorum.

Bütün gün radyoda aynı şeyleri duymaktan, işten sıkıldığım kadar fazla sıkıldım...

Benjamin Button gibi yaşasaydık

Yaşlı olmak ne garip. O duruma gelmek,sanki koşturan sen değilmişsin gibi, sanki gözleri ışıl ışıl parlayan sen değilmişsin gibi,sanki hiç genç olmamışsın gibi, sanki yaşlı olmak da bir tür insan çeşidi gibi... Hepimizin sonu aynı oysaki ( normal şartlarda tabi). Ama o gün Sanki hiç bize uğramayacakmış gibi. Doğanın kanunu bu ne yazıkki. Herkes doğar yaşar ve yaşlanır yaşadığı hayatla birlikte. Ama korkuyorim işte, yaşlanmaktan da biraz ama en çok da birine muhtaç kalmaktan. Kendi suyumu içerek, kendi banyomu yaparak, kendi faturamı yatırarak veda etmek isterim hayata. Başkalarının, hele de tanımadığım ellerde gözlerimi kapatmak istemem.

Az evvel çizim yaparken bir teyze gördüm yolda, yürüyemiyordu, ufacıktı bedeni.. Adım atabilecek bile olsa ufacıktı adım atacak bacakları. İki kişi koluna girmişti, ama kaç m yol alabilir ki??

Üzülüyorum, ama doğamız bu "yaşlanmak" . Sanki yaşlanmasinı engelleyebilirmiyimki insanların? Yine de üzülüyorum işte, en Azından bu şekilde olmamalı, insan kendi bedenini taşıyarak son güne ulaşmalı. Ama kimisi için olamıyor işte. Duygulandım teyzeme, ve onun gibilete, ve onun gibi olacaklara...

10 Mayıs 2011 Salı

Bu dünyada emek kadından yemek erkekten...

Duygularımdan annem geçerken...

Anneler gününde çok yazmak istemiştim, ama fırsat olmadı...

Ben annemi çok özlüyorum...

'Bir tek annem olsun, bana birşey olmaz'...Böyle bir reklam müziği vardı, o çıktığı sıralar (ya da tv.de çok sık çıktığı sıralar) ben evinden uçmaya hazırlanan, ne olduğunu olacağını bilmez bir halde,sudan çıkmış kefal idim=) Her o reklam çıktığında başlardım ağlamaya, hayatımda hiç okadar annemi özlemedim,-ki daha ayrılmamıştım ondan... Okadar doğruydu ki o sözleri, annem olduğu sürece sanki sırtım hiç yere gelmez gibiydi... Bir tek yanımda o olsun, dünya yıkılsa bana dokunmaz gibiydi... Bunu 26 sene sonra evden ayrılırken anladım ( annem ameliyat olduğu zaman anlamaya başlamıştım aslında). Baba da insanın canıdır, ama anne olmasa baba olurmuydu!! Ve annem olmasa ben yapabilir miyim bu dünyada!!

Hala da bu özlemi duyuyorum, daha nekadar daha duyacağım bilmiyorum,insan alışıyormu bu duyguya onu da bilmiyorum. Ama hayatımdan tümden çıkabileceği fikri içime öyle oturuyorki. Çünkü annem kendimi bildim bileli ölümsüzdü. O hasta olmazdı, onun canı yanmazdı, o üşümezdi,o yaşlanmazdı,o yemeden de yaşardı, nefes almadan da yaşardı... Gözümde hep ölümsüzdü annem...Ama artık anladım ki değilmiş, o da hasta olabilirmiş, onun da canı yanabilirmiş...Ameliyathaneye doğru yol alırken farkettim bunu... O günden beri o artık bir fani oldu gözümde... Keşke kendi hayatımdan ona verebilsem diyorum . Kimbilir belki onun hayatı benden daha uzun olacak , bilinmez , ama yokluğunda olmak istemiyorum.

Anneciğim umarım benden daha uzun yaşar. Ne annem evlat acısı yaşasın isterim, ne de ben anne acısı yaşamak... Nasıl olacak bilmem...

Annemi buyüzden özlüyorum, ona birşey olursa ve ben yanında yeterince olamazsam diye... Onun güven dolu sözlerine, gözlerine, kollarına ihtiyacım bir ömür sürecek sanıyorum...

Kayıtsız şartsız tek sevgim, yargılamadan, sorgulamadan, doğuştan kabulüm...
Kendimi mutsuzluğa ittiğime inanamıyorum.Resmen mutsuzluğu kendime hayat felsefesi edinmişim, mutsuzluğumla mutluyum artık. Son 1 senemi düşündüm de, mutlu olmak için hiç uğraşmamışım, oysaki mutlu olmama sebep olacak okadar güzel şey yaşamışken...

Aptalım ben...

Bugün kendime karşı zalim günümdeyim galiba. Çünkü kızgınlığım en çok kendime, bu kafayla hayat boyu mutsuzluk abidesini oynarım ben. Hep böyle değildim, zıtlık da burada zaten. 1 senede değiştim ben (1,5 sene diyelim, Prag'da iken başladı herşey, ama onun suçlusu da BENDİM). Ve devam ettirdim, peki niye?

Yok yok, kafama Himalaya Dağları bile düşse dank etmiyor. Oyüzden demiştim ya, beynimi değiştirmek istiyorum. Sıfırdan yeni bir beyinle devam etsem bugünden sonraya, içine daha faydalı şeyleri koysam, gereksizleri hiç katmasam aralarına... Unutmak istediklerimi unutsam, hatırlamak istediklerimi hatırlasam... Daha akıllıca sürdürsem hayatımı, doğru adımla başlasam, yanlış adımlarımı geride bıraksam... Değişsem işte, mademki değişebildim, istemediğim şekilde, tümden değişsem, farklı hayallerle, düşüncelerle başlasam yeni hayatıma... Verdiğim savaşlar verilmiş olsa, aldığım dersler alınmış olsa, attığım adımlar atılmış olsa... 2. hayata başlasam işte, eski hayattan aldıklarımla, geride kalan verdiklerimle...

Ben sıkıldım kendimden, olmayacakları oldurma stresimden, kanatlarımdaki özlemden....

6 Mayıs 2011 Cuma

İşte ben böyle mutluyum. Önceden de buyüzden mutluydum, hiçbir şey beni üzemezdi... Çünkü eskiden vardım. Hayatın bu kalabalığında ben de vardım. Ben ancak var olduğumu hisettigimde mutluyum. Ve varlığım da hayattan alabilmeme bağlı. Ben günleri aynı dakikalarda yaşarken değil, farklı zamanlarda yaşayabiliyorsam, ogün sonunda farkli rüyalar görebiliyorsam, farklı şeyler düşünebiliyorsam,pişmanlık duymuyorsam,hayal kurabiliyorsam, umut taşıyabiliyorsam, yolumdan sapabiliyorsam, kısacası ben aldığım haz da tamamen özgürsem yaşadığımı hisedebiliyorum. Ve bu duyguyu uzun zaman sonra tekrar hisettim. Eski 'ben'i hisettim içimde,birkaç saatliğine o oldum, kalbim attı... Sevgiyle ayakta kalmaya calışan kalbime destek oldu bu aksam saatler.. Birlikte başardılar atmayı.

Güzel bir gecenin sonunda yüzüm gülebiliyor hala:)) Arkadaş en büyük ihtiyaç hayatıma, beni canlı tutmaya!!
Fark büyümekte.
Beyin onu yeşillendirsede kendince,
yaprak yaprak sararıp dökülmekte.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Mutlu olduğum tüm rüyalardan uyanıyorumda, bu niye rüya degil?
Beynimi degistirmek istiyorum!
Güvensizlikle hayatı nekadar sürdürür ki insan? Yaşadığım yere, insanlara, kurumlara güvenemedikten sonra ne anlamı vardır ki oralı olmanın? Arkamı dönüp gitmek çok yanlış derdim, öyledir de muhakkak, ama biz sırtımızdan vurulurken, çıkar uğruna satılırken, sırtımı yaslayacak biryerim yokken arkamı dönmeye korkarken, neden durayım ki, neden çekip gitmeyeyim ki!!!

Ben küçük çaplı kafa patlatırken, kadının erkek elinde haklarından, karakterinden olmasına karşı savaş yaşarken,aslında çok daha büyüğü yaşanıyor dışarıda. İnsanların hakları birbir elinden alınıyor, yabancıya satılıyor, bizim yerimize düşünülüp, yerimize kararlar alınıyor -ki bu hakkı ellerine vermeyenlere de aynı muamele gösteriliyor.. Kimin hakkı var ki benim bu dünya üzerinde neyi yapıp neyi yapmayacağımın kararını vermeye? Benden başkasını etkilemiyorsa buna kimsenin hakkı olmamalı. Toplum olmanın kuralı buysa ben toplum oluşturmak istemiyorum. Ben medeniyetten uzak ama kendi doğrularımla yaşamak istiyorum. Ben içimdeki küçük çocuğu anlatırken kuracağım cümlede geçen kelimeleri kara listeye bakarak seçmek istemiyorum.

Devam bile edemiyorum içimdeki kızgınlığı paylaşmaya...

3 Mayıs 2011 Salı

Öyle sıkıldım ki, sürekli çalışarak elime geçen hiçlikten... Sorun onlarda değil ki, sorun da bu işte, kızgınlığımı dile getirecek bir suçlu bulamamak, içten içten kendimi yiyip bitirmek,susmak...
Keşke herkes kendi istediği gibi görse herşeyi. Mesela bir arabaya baktiğimda, onun sarı bir vosvos olmasını istiyorsam, o bana öyle görünse, başkası onun ferrari olmasını istiyorsa ona öyle görünse... Yani madde herkes için farklı olabilse, görmek istediğimiz şekilde olsalar. Böylece sahip olmak kavramı belki de anlamsızlaşırdı. Aslında hepimiz şizofren olsaydık, olaylar, varlıklar bizimle şekillenseydi...
Sahip olamadıklarıma sahip olabilme yolları ararken aklıma gelen bir fikir işte:) İşin içinde para olmadan nasıl elde edebilirim derken işte:)))

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Sürekli eskileri özlüyorum. Ama özlediğim şey kişiler değil,öyle olsa onları tekrar görme şansı yaratırdım. Özlediğim şey mekanlar da değil, öyle olsa o mekanları ziyaret ederdim. Ben geri dönmeyecekleri için özlüyorum. Aynı kişilerle aynı mekan da olsam da o 'an' ları tekrar yaşatamayacak olmak bende özlem yaratıyor. 'Ya içindesindir zamanın ya da dışında' diye bir mısra yada bir şarkı, ya da öyle bir şey vardı işte. Herneyse, ben hep zamanın dışındayım, içinde olabilmeyi de başardığım zamanlar vardı,ama artık değil, belki ilerde....

26 Nisan 2011 Salı


Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır, katılıyorum doğrudur. Ama her başarılı kadın da arkasında bir erkek olmayandır.

Öyledir tabi, başarı evin dışında geçen vaktin, içinde geçen vakte oranının büyük olması ile gerçekleşen durumdur -ki erkek bunu kabullenmekte zorlanır.

Enazından benim fikrim, gördüğüm budur. Kadın, erkeği herzaman itici güçtür, onunla gurur duymak ister, onu övmek ister, ileride olduğunu görmek ister. Bir şekilde onu başarıya doğru iter. Ama erkek? Kadının başarısından gocunmak değil burda anlatmak istediğim, gocunur ya da gururlanır, orası erkekten erkeğe değişir. Ama kadının hayatında sürekli bir engel rolündedir. Bu Türkiye için daha çok geçerli belki de, biz de kadının haketmediği bir yer vardır -ki buna da günümüz 'modern' kadını savaş içindedir. Ve bu durum, yine günümüz kadınlarının aile yaşantısındaki çalkantıların da başlıca sebebidir.

Mutsuzuz, seçim yapmak zorunda bırakılarak, ve seçimimizi ileri adım atmaktan yana kullanarak kendimizi yalnız bir hayatın içinde sürüklemeye zorlayan sebeplkerden ötürü mutsuzuz. Böyle mi olmak zorunda ki, yalnız ama hayatta başarılı ya da çift ama evinde başarılı olmak mı? İkisini de yaşamak zor mudur ki?

Bu tip düşünceler içindeyim, tıpkı sürekli feminist düşünceler içinde olduğum gibi. Kabullenememekteyim dünya üzerinde kadının zoraki rolünü. Hayata geliş nedenimiz aynı kalıplar içine sokulmamalı, her kadın gibi görülmemeli her kadın. Hepsi ayrı birer kadın, hakları olan birer birey. Roller dağıtılmamalı onlara, daha göbekleri ayrılırken analarından. Amaçları doğrultusunda rollere bürünebilmeli her birisi, kadın diye çıkmamalı engeller, sebep insani kabiliyeti olmalı başarısızlığının. Kadın diye daha az nefes almamalı, daha çok susturulmamalı, daha az haketmemeli, , daha çok acı çekmemeli, daha az gülmemeli...

Kısacası,yaşadığı hayatta çıkıyorsa engeller karşısına, sebebi cinsiyeti olmamalı insanlığı olmalı.

Doluyum, kadın haksızlığına karşı oldukça doluyum, yazacak şeylerim çok...

22 Nisan 2011 Cuma

İçimde çağlayanlar akıp giderken, dışarıdan durgun bir göl gibi öylece durup durarak geçiyor hayatım (artık). Bir şeyler değişmeli diyorum sürekli, o çağlayan taşıp akmalı parmaklarımın ucundan, beynimin içinden, göz bebeklerimden. Ama tıkanıp kalıyor tam coşup gidecekken.Bir dönüm noktası arıyorum kendime, aslında var, sürekli söyleyip durduğum kendime. Ama o gün geldiğinde de içimdeki ateşin parlayamamasından korkuyorum. Şimdi bahanem varken değişecek zaman için, bahanemin zamanı gelipte herşey aynı düzen(sizlik)de devam ettiğinde bahanem olmayacak artık. Yeni bahane de üretilmeyecek, cesaretim kırılacak sadece. Oyüzden korkuyorum, oyüzden atağa geçmeliyim diyorum, oyüzden kendimi adamalıyım, oyüzden değerlendirmeliyim an'larımı...
Uykum geliyor olsa da üretmek istiyorum, gidenlerin gelenlerden fazla olduğu bir günü daha geride bırakmak istemiyorum. Artıya geçmeliyim artık, tabi önce fitlemek gerek gelen-gideni...

20 Nisan 2011 Çarşamba

Olmasam da olur...
Varken ihtiyaç olmaz,
yokken hatırlanmaz...

Olsa da olur, olmasa da
Kime gerek ki,
yeryüzünde nice fırtınalar varken,
hafif bir imbat???
Ben miyim bu 'ben' içindeki ben?
Yoksa ben miyim bu beden dışındayken?

13 Nisan 2011 Çarşamba

Sanırım telefon etme fobime karşılık yukarıda biryerlerden sınama altındayım. Hayatimda hic gün içinde bukadar telefon etmedim, hiç birini bukadar ısrarla aramadım. Ama işte birilerinin ( büyük ihtimal bütün arkadaşlarımın ) ahı tutmuş olmalı - ki iki gündür en az 20 kez aramama rağmen adama ulaşamıyorum!! Sanki devlet başkanı gibi, bukadar mı ulaşılmaz olur bir site yöneticisi? Zaten anket yapmak için yardimini isterken " örneğini gönderin, yönetim kuruluyla görüşeyim" diye yanıt almak yeterince şaşırtmışken beni... Artık sitelerde de milletvekilligi gibi ufak çaplı bir başkanlık sistemi söz konusu olmalı. Küçük şehirler kuruyoruz derken doğru söylüyorlarmış, şehir icinde şehir ülkesine dönmüşüz.
Herneyse, evet sınanıyorum diyordum!! Ama bu beni yıldırmayacak :))

8 Nisan 2011 Cuma

Herseyi tuketiyoruz, hersey elimizden alinirken biz sadece yerinde biraktigi bosluga bakmakla yetiniyoruz...diye gecirdim icimden, vapur Besiktas iskelesinden ayrilirken...

30 Mart 2011 Çarşamba

Yalnızlaşıyorum...
Sebebi benken
Sadece duruyorum
Konuşuyorum, ama
aslında susuyorum...

24 Mart 2011 Perşembe

Çok sıkıldım, hayatımda olup biten, çevremde dönüp duran, kulağıma çığıran herşeyden sıkıldım.. Belki malum dönemde olmamdan belkide gerçekten sıkıldım işte. Neyseki yeni hobilerim var gün için de bana heyecan yaşatan, dikiş ve fotoğraf!! Sürekli yapacaklarım, yapmakta olduklarım hayali kuruyorum onlara dair. Bundan 1 sene sonra hayalimin adımlarını atmış olmayı umuyorum. Yoksa bu hayat bu koltukta geçmez. Geçer de geçmez. Ben geçiremem.Öyle işte. Bukadar.
Artık sürekli savaş vermekten yoruldum ve ilerleyememekten sıkıldım. Beynim artık kaldıramaz oldu 24 saat içindeki milyonlarca saniyeyi...

16 Mart 2011 Çarşamba

Alo Alooo!!!

Telefonla aram yok napim, sevmiyorum işte, elime o telefonu alıpta konuşmak zor geliyor. Pek tembel biri değilim ama telefon konusunda tembelim galiba. Biryeri arayacağım zaman önce ne söyleyeceğimi,nezaman arayacağımı, nerde konuşacağımı bıdı bıdı gibi birtakım şeyleri halletmeden tuşlayamıyorum rakamları. Çevremdekiler bunu anlayamıyorlar muhakkak, hepsi sağolsun benim gibi olsalardı herhalde tek duyduğum ses kendi iç sesim olurdu.
Kabulleniyorum arama tembeli olduğumu, ama kabullenmek de beni aklamamalı aramama suçum için. Zorlasam diyorum, hiç o bıdı bıdı şeyleri düşünmeden hemen tuşlasam arasam herkesi diyorum, ama bunu derken bile düşünüyorum aslında.
Aşacağım, aha da buraya yazıyorum işte. Zaten konuyu açma sebebim bu, yazılı olarak belgelemek kendime.

15 Mart 2011 Salı

Küçükken çok salak oluyoruz 'birçoğumuz'..diye geçirdim içimden,çizim yaparken salak hallerimi düşündüm genç kız zamanlarımdaki:))

10 Mart 2011 Perşembe

Harbi erkek çocuğu gibiyim bugün yaa,her lavaboya girişimde -ki bugün çok içtim galiba biraz abarttım bu işi- kendime bakmak zorunda kalıyorum aynada,wc küçük olunca ellerime bakmakla geçmiyor zaman,ve bir erkek çocuğuyla göz göze geliyorum. Ofisteki arkadaşlarım kusura bakmayın, göz zevkinizin biraz içine ediyorum bugün. Söz yarın değişicem!!

Kilom küçük bedenime fazla geliyor!!!

Çok soğuk hava, çok çirkinim, ha birde şişkoyum artık. Evet evet artık böyle hisediyorum, üstüne üstlük sabah evden çıkmadan tartılma gibi bir harekette bulundum ki, iyice oturdu içime. 55 kiloyum artık,şaşkın ve kızgın (kendime) ve neyapacağımı bilmiyorum. Gelen gitmiyor ki, yaştan mıdır, bütün gün yiyip içip oturmaktan mıdır, öyle öyle. İşe başlamadan önce bukadar değildim ki,max 52 idim ki o benim için çoktu bile. 3 kilo çok görünmüyor yazınca ama,hepsi tek bir bölgede toplanınca öyle görünmüyor işte. Acil kurtulmalı bu fazlalıklardan, ne yapmalı bilmem ki.Bütün gün ofisteyim, eve varıyorum en erken 8 de. Yorgun ve argın iken spor yapacak hal mi kalıyor ki bende? Yok yok bu hayat böyle geçmez bunu biliyorum zaten,azıcık sabredeyim şu tez bitsin diye ama geri dönüşü olamayacak duruma gelmekten de korkmuyor değilim. Yemekten de vazgeçemiyorum ki,günün tek eğlencesi birşeyler yemek ofisteyken, o da olmazsa tamamen makina gibi çizen bir yaratık haline gelirim. Zaten kısmen o haldeyiz ne diyim. Ben ne okudum da bu hale geldim diyorum kendime, okumasamıydım da diyorum ama tabi pişman değilim. Her şeye rağmen değilim işte, sevgimi içime gömüyorum (mesleğime olan sevgimi yanlış anlaşılmasın) (ha tabi hayata olan sevgimi de içime gömmek zorunda kalıyorum)...
Neyse, açlık çekiyorum şuan, yemeği azaltınca da böyle oluyor işte, açlk hissini de özlemişim hani,acıkmaya fırsat verdim karnıma bugün=) ama dayanamayacağım, bir kase nesfit idare eder beni herhalde (umarım).
Hadi ben yemekteyim...

9 Mart 2011 Çarşamba

Biraz Kar Biraz Ben...

Nihayet kış geldi, giderayak geldi İstanbul'a. Ve tam da günün de geldi benim için, tadını çıkarmak için elimde fırsat var. Ofisteyim, masamdayım, patronun yokluğunu kötüye kullanıyor gibi görünebilirim ancak işimi ihmal etmiyorum tabiki=) herşeyi sıraya koydum, günün sonunda planlarımı yerine getirmiş olarak ayrılacağım ofisten. Ve işte bu planlarımın ilkini şuan gerçekleştiriyorum: elimde kahvem, camın önünde masamda oturmuş pencereden yağan karı izlerken, blog okuyorum=)Bu şartlar altında yapılabilecek en güzel şey bu benim için.
Haftasonunu çok güzel, dolu bir şekilde geçirdikten sonra yine aynı rutin hayata dönmek pek hoş olmuyor. Üstelik sıcak havadan gelipte karla karşılaşmak da olmuyor malesef. H.sonu 2 günlüğüne Adanadaydık eşimle. (eşimle demeye sanırım hala alışamadım=) Tamamen yemek üzerine kurulu bir tatil ilk defa yaptım, ve sonuç:kendimi şişko hisediyorum..Doymak bilmedim, ne yemeklerine ne insanlarına. Ve oradayken tekrar düşündüm, İstanbul dışında yaşamayı. Zaten İstanbul'da yaşıyor gibi değilim, herşeyden uzak, koşturmacanın içinde kaybolup gidiyorum. Bekarlıktaki veya öğrencilikteki gibi hayatın içinde olamıyor insan. Oyüzden hep diyorum ki, başka şehirde yaşamalıyım, trafikten,kalabalıktan,anlamsız yüksek fiyatlardan uzakta. Daha az stresle ama daha fazla vakitle,kendime ve evime ayırdığım. Ve Adana buna çok uygun göründü, tabi mesleğimden feragat etmek koşuluyla. Gözüm öyle dönmüş ki, bunu bile yapabileceğimi düşünüyorum sanırım. Belki mimarlık yapamayabilirim, ama burda sanki mimarlık yapabiliyor muyuz ki?
Kafam dağıldı, yola karşı oturmanın da kötü tarafı, dağılıyorum bazen işte=) Şöyle bi yazdıklarımı baştan okudum da, yağan karşa başlayıp nasıl da adana da yaşama kaydırmışım konuyu. Başlarken sırf yazmaktı amacım zaten, konudan konuya atlamam normal=)

8 Mart 2011 Salı

Saat 11 olmak üzere, yine ancak vakit ayırabilmiş ve bloğuma üç beş bir şeyler eklemişim. Biryandan kapatılan bloglar ve daha nice aydın sitelerin ve 'sırada ne var' sorularının burukluğuyla, yazmak istedim işte. Herzamankinden daha açık ve net beni anlatan kelimelerle kapatmak istedim günü.
Son 1 saate girmek üzereyim ve zaten haftalardır kafamın içinde dönüp duran planları bir devir daha döndürmekle meşgulüm. Karar aldığımı sanarak, kendimi avutma sürecimin sonuna yaklaşıyorum. Ancak, sona doğru ilerlerken asıl vermem gereken karar sürecine doğru yol alıyorum.
Açık olacaktım kendime...
İşten ayrılma kararımı zaten vermiştim. Ama hep uzak birzaman gibi görünen güne artık çokta uzun bir zaman kalmadı. Ve ben ondan sonrasında, (inşallah yüksek lisansı bitirebildiğimde ne yapacağımın kararını henüz verebilmiş değilim. Şuan yaptığım işe başka koşullar altında devam ediyor olabilirdim,ancak...Şartlarım buna elbet zorlayınca izin verse de, ben artık zorlama hayat istemiyorum. Yaşım hala fazla ilerlememişken (birşeyler için geç olcak kadar) daha kolay ve uzun yaşamalıyım geçirdiğim her günü.
Şuanki yazma koşullarım devam etmemi engelliyor.Sonra devam edeceğim...(bu lafı hep eskiden günlük yazarken kullanırdım)

Day of us

Every day is a day with love
and every love is a love with women....

3 Mart 2011 Perşembe

Gün bitmek üzereyken, yazma isteğimi kaybetmeme sebep olanlara inat yazma kararı verdim. Elbetteki kaçınılan kişi ben değilim, benim yazdıklarım değil. Ancak çoğunluğun içinde olarak, insan olmanın özgürlüklerine karşı yıkılmadığımızı göstermek için kelimelerimizi birbiri ardına dizmemiz gerek. Ve bende isteğimi kaybetmek yerine daha da körüklemeliyim. Kendi iç dünyamdan bahsettim bugüne kadar yazdıklarımda, oysaki dış dünyada neler olup bitiyordu o sıralarda da. Mutsuz olmamak uğruna düşüncelerimi uzak tutmaya, örtbas etmeye çalışsam da faydası olamadı hiçbir zaman. Hep bir ümit taşıdım içimde. Belkide ilk kez bu ümidim yok olmaya başladı, içimde kalan o son çocuksu düşünce de yok olmaya başladı. Evet kırılma anı yaşadım. Ve artık dış dünyamla yüzleşmeli ve o dünyanın peşine koşmalıyım dedim kendime. Ama nasıl? İşte bunu da cevaplayabilseydim, asıl ozaman kırılıp kabuğumun dışına çıkmak kolay olurdu.

2 Mart 2011 Çarşamba

Follow my blog with bloglovin

Beynimize erişim engellenebilmişmi?

Nasıl ya nasıl yaa, nerde mi yaşıyoruz demeliyim, hangi zamanda yaşıyoruz mu demeliyim, yada hiçbirşey demeyip sessiz olup, vakti geldiğinde hayata ağzımda bir fermuar, gözümde at gözlüğü, kafamda kocaman bir boşlukla mı veda etmeliyim? Bilemedim değil biliyorum olmalı şuan. Hergün yeni bir yasakla insanlığımızdan, insanı diğer canlılardan ayıran 'düşünebilme' kabiliyetimizden vazgeçirtiliyorken, bu belkide sabır taşmasının kırılma anı oldu.Artık 3 maymunu oynamak mümkün müdür ki? Bir maymun olarak nasıl yaşanırki? Binbir maymunluğun yaşandığı yerde bizlerde maymun oldukta 'düşünemez' hale getirtildik işte.
Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste' diyen bunu hangi şartlar altında demiş acaba. Hergün yüzlerce ah alanlar niye hala ah dedirtiyorlar öyleyse??? Kopma noktasına gelinecek elbet, piramitlerin uzerindeki gölge bizim üzerimizde de kendini gösterecek. Yasaklar çiğnenmek, isyan etmek, yasakları yok etmek içindir. Bu küçüklükten kazınmıştır insanoğlunun beynine, ölene dek de bu his vardır zihninde...

1 Mart 2011 Salı

Karanlıktan şikayet edeceğine bir mum da sen yak...
Konfüçyus

28 Şubat 2011 Pazartesi

Aşa ve aşka zamanı karıştırmayacaksın. Acıkınca yiyeceksin, canın çekince de sevişeceksin. Tarife saat girerse lezzet, aşka saat girerse şehvet çıkar gider...

'Zamanya' kitabından...

Zaman ya hayatımı alıp götüren... Koşarken akrebin peşine, kaçar gider yelkovan berimde...
Zaman ya beni yarında yaşatan, şimdilerimi yaşayamadan arkama atan...
İşte bendeki zaman kavramı, bir kitap halini almış ki, ya zamanı benden alacak, ya zamana beni bağlayacak...

23 Şubat 2011 Çarşamba

3. Sene konuşması, benden, kısacık...

3 seneymiş daha... Uzunca bi hesap yapacağımı beklerken, 7 parmağım açık kaldı:)) okadar uzunmu geçti zaman, ya da dolu muydu daha fazla parmağa yayılacağını sanacak kadar? Her ne idiyse de bugün üçüncü yılında...
Üzerimde yeşil Peter Pan polarım vardı o gece. O sene daha sıcak olmalı bugün. Belki hava belki söyleyeceklerim, duyacaklarımdı ısıtan. Ne idik o gece, neler olduk 3 sene içinde ve neyiz şimdi. O gece havada gidip gelen sözler, bugün deftere kalıcı olarak işlendi. Güzel de oldu ki işlendi kalbimize de.
Hayırlısı oldu, hayırları olsun...

22 Şubat 2011 Salı

Belkide bukadar titiz olmamaliyim, ya da ben titiz değil 'sorunlu' yum. Sinirlenecek ne var demeliyken kendime, hırlıyorum içimden, insanlar niye bukadar dikkatsiz diye. Ve soruyorum; niye? Vurdumduyar olmaktan ya şikayetim, duymasam ne olur, zor mudur, bana zordur...
Tamam, dikkatsizlikleri, umursamazlıkları içinde kendi sularında şerbet olsunlar.. Ama bana ulaşmasın yapış yapış şekerleri...
Evet biraz süre geçti yazmayalı, yazdıran olalı ama zaman olmayalı.. Ve daha da dar zamanda patlama istegi verdi elime tel.u, gün boyunca ilk buluşmamızda içimi döktürdü...
Sinir oluyorum düzensizliğe, pisliğe, dağınıklığa, emir cümlelerine, boş sözlere, abartılı tepkilere, dikkatsizliğe, saçmaliklara, naza.... Dahası da var, ama artık saymaya kelimeler yetmez...

11 Şubat 2011 Cuma

Benle birlikte takılmayı özlemişim,Taksimi özlediğim gibi....Tek başıma yemeyi, tek başıma gezmeyi, tek başıma alışveriş yapmayı...Sadece BEN olmayı.....

3 Şubat 2011 Perşembe

25 Ocak 2011 Salı

Everybody's got to learn sometime



Change your heart, look around you
Change your heart, it will astound you
I need your loving like the sunshine
And everybody's gotta learn sometime
Everybody's gotta learn sometime
Everybody's gotta learn sometime

Change your heart, look around you
Change your heart, it will astound you
I need your loving like the sunshine
And everybody's gotta learn sometime
Everybody's gotta learn sometime
Everybody's gotta learn sometime


Everybody's gotta learn sometime
Everybody's gotta learn sometime
Everybody's gotta learn sometime
Ha bir de,hasta oluyorum,imdatttt!!!
Sıkıcı bir gün,ofiste olmaktan ötürü, çalışmak zorunda olmaktan ötürü. Şu joy fm müzikleri eşliğinde evinde dergi aralarını kemiriyor olmalıydın,diyor içim. Ama biliyor ki evde olsamda bunu yapamayacaktım,ah şu bitmeyen,ya da ancak başladığım için henüz bitememiş olan,ama mecburiyetten yakında bitecek yada BİTECEK olan tezzzz...
Sıkıştım.....
Çifte hayat yalnızlaştırıyor mu, yoksa yalnızlaştıkça mı çift oluyorsun?

20 Ocak 2011 Perşembe



Hey hey I saved the world today
Everybody's happy now
The bad things gone away
And everybody's happy now
The good thing's here to stay
Please let it stay.

19 Ocak 2011 Çarşamba



:))
Sabırla beklemek gerek yağmurun dinipte o rengarenk umutlarin filizlenecegi an'ı...

14 Ocak 2011 Cuma

Düşünen varlık olupta 'otları' dert edeceğime, yol kenarındaki ot olupta rüzgarla savrulaydım...

12 Ocak 2011 Çarşamba

Sıkıldım,sıkıldım,
Bir yanım uçmak ister
Bir yanım kaçmak,
Bir yanım yan gelip yatmak...:))

10 Ocak 2011 Pazartesi

Balkabağına dönüştüm ben....

Gece tahtakuruları kafamdaki

Düşünüyordum da (bu saatte düşünecek başka şey yokmuş gibi) mimar olmak böyle bir zaman-mekanda (böyle-yi açmama gerek yok,o birçoğumuz için 'böyle' bir yer)....iki sonucu olabilir galiba, ya görmekten sebep kafayi yiyecekmiş gibi sorunsallaştırma, ya da o sorunu çözümleme arzusu,-ki bu arzunun somuta dökümü... Ben sanırım ilk gruba girdim(sanirim niye dediysem,bal gibi ortada ikinci grup olmadığım,olamadığım) Görmek istemiyorum, bende mimar olmayan herkes gibi sadece mantolama yapılmış binaya 'aa negüzel binaa', rengarenk ışıkla rastgele aydınlatılmış parka 'aa negüzel aydınlatmışlar' diyebilsem ne olurdu sanki, daha huzurlu olmaz mıydım ki!!! Şimdiyse bütün dünya benim derdimmiş gibi ne bu asabiyet, hayıflanma, itiraz,kabullenemeyiş... Ha bir de bütün bu karşı çıkışlar içimde sadece, ağzımda tüm sinirim, peki ya nerde attığım adım?
Boş işte, boşuna kendimi hırpalayış, duyurmaya calışmadıkça...
Gece vakti düşündüm işte, herkesin kendi yarışında olup biteni izkediğini, ondan haber olduğunu, bihaberlerden farkı 'görüyor' olması olduğunu. Ve görmenin olumlu kısmını kimi yakalayıp huzura erişirken kiminin de söylenerek yerinde saydığını...

5 Ocak 2011 Çarşamba

Hayatları birbirine karıştırmaktan bahsediyordu, uykusuzda okuduğum bir yazı. Okurken farkettim ki bende meltemlere ayrılmıştım, ayrılmaktı zaten amacım. Okuldaki meltem başrol oyuncusuyken, perkusyondaki meltem, A grubu arkadaşlarıyla olgun meltem, B grubu arkadaşlarıyla salak meltem, C grubu arkadaşlarıyla 'yaşayan' meltem, ailesinin yanında sessiz meltem, işinde ??? Meltem (tanımlanamayan) , Prag'da bambaşka bir meltem - o meltemi ben bile tanımıyorum şuan- Onlarca meltem taşıyordum içimde. Mutluydum parçalarımla yaşarken, dolucaydı hayatım, oturmak,susmak yoktu, kulaklarımda hep bir müzik, ayaklarım hep birbiri ardına kayıp giderkeeen...
Bir baktım ki tek meltem oluvermişim, meltemlerimi kaybetmişim.. Tek meltem oluvermişim ama bütün meltemlerimle bir bütün amamışım, hepten farklı tek bir meltem oluvermişim.
O parçalarımla yaşarken hep hayatlarımı birbirine bağlama gayreti içindeydim. Oysaki yazıda diyordu ki, maymun kimliğimizle bir şiir grubuna giremez, filizof kimliğimizle de partide takılamazdık. Kimliklerimiz birbirine karışmamalıydı, karıştığında anlamsız bir benle karşı karşıya kalırdık. Şiir grubumdakiler senin maymunluklarına gülemez, partidekiler senin filozofvari muhabbetinden sıkılırlardı. Doğrumu bilemiyorum ama ben zaten beceremedim birbirine karıştırmayı.
Yaşam felsefem parçalardan oluşmak iken, bütünlüğümü sağlamış olmanın bocası içinde karışıverdim zamana. Bütüne vardım ben, parçalanmak isterken. Bu da olması gereken düzen, benim benim istemediğim, düzen içinde dağınık olmak istediğim.
Tekrar bölünmek gibi bir şansım yok artık, fakat bu tek Meltem'in içine doldurabilirsem küçük parçaları, belki başarırım olmayı....

1 Ocak 2011 Cumartesi



Yalnızlığı kendinlelik gibi hisetmek,
uzaklara dalarken kendinle birlikte paylaşmak o an'ı...
Rüzgara kapılmak bazen,kendinlelikte bulmak devayı,
aslında bütün olmak, alfabesiz kalmamak hayatta...
Ben olmak işte, tüm 'benliğinle'
bizden öteye geçebilmek, kimi zaman birlikte kimi zaman kendinle...

2011-2010 dan bir fazla!

Yeni güne, yeni yıla güneşle başladım:)) Bütün yıl en günesli, en keyifli günler bizimle olsun...
Sevdiklerimle geçen bir gecenin sabahında, gecede olamayan sevdiklerimin diğer yarısı kalbimin öteki yarısındayken, HAYAT DEVAM EDİYOR,İYİ KÖTÜ YENİ BİR SENENİN BAŞINDAYKEN SONU İÇİN İÇİMİZDE ÜMİT TAŞIMAYA DEVAM...
Uzun zaman sonra şu saatte hala yatağımda olabilmek, kendimi yataktan cıkmamaya zorlama geregi duymadan keyif yapmak,hihi ve bir yandan da bu keyfi blogumda paylaşmak güzelmiş:))
Eyy güneş, dün gece içkiyle ısınan içimizi bugün sen ısıt!!!